31 Aralık 2015 Perşembe

2015'e Mektup


Çocukluğumda, günler geçip giderken bende günlerle konuşurdum. Bir daha seni yaşamayacağız derdim… O yüzdendir belki 6 haziran 2005 gününü dün gibi hatırlamam… Hatırlamak azizim, iyi-kötü her şeyi hatırlamak güzel şey.
Bu sene, diğer yıllarda rutin olarak yaptığım şeyi yapmadım.
Ne mi? Dilek dilemek…
Yani şu şekilde dilek dilemek… Ben ne zaman ‘gideceğim’ desem gidemem…
‘Yapacağım,kesin bu sefer’ desem yine olmaz,bir şey çıkar yapamam o çok istediğim şeyi… O yüzden bu yıl sadece güzel ülkem için güzel temennilerde bulundum… Çocuklar üzülmesin, insanlar ölmesin…
Kendim ve çevremdeki tanıdığım, tanımadığım herkes için de başta sağlık,sonra da huzur,mutluluk temennilerinde bulundum. Ve bir de, kolumda ki bileklikte yazılanları tüm insanoğlu için istedim... Sev ~ Hayal et ~ Gülümse
Anlayacağınız, ‘2016’te hayallerime bir adım daha yaklaşacağım’ demedim.
Bakın bunu ben demedim. Benim gibi bir hayalperest bunu demedi.
Siz düşünün artık… :)
Ama şunu tüm kalbimle diledim; Aklı,fikri, ruhu kötülükle dolu tüm insanlar 2015’te takılı kalsın istedim. 2016 onları kabul etmesin… Güzel olmaz mıydı sizce de?
ve 2015…
Son gününde, yapabileceğim en iyi şey sanırım sinemaya gitmekti.
Hayatıma sihirli bir değnekle dokunduğunu hissettiğim özel birinin filmi vizyonda!
‘DELİBAL’
Bakın, bu filme gidin. Film bittikten sonra tüm ekibi alkışlamayı unutmayın.
Söyleyeceklerim bu kadar kısa,net…
Ve evet salya-sümük olmasa da ağladığım doğrudur. :)
ve sonra 2015,
Çok şey alıp götürdün, ama çok kıymetli şeyler getirdin.
Çok düşündürdün, sorgulattın… Ama çok büyüttün.
Hem çıldırttın hem de sevgiyle yaklaştırdın…
Yeni insanlar soktun hayatıma birbirinden değerli…
Yeni kararlar almama vesile oldun.
Ve daha bir sürü şey…

Geçmiş zamanda huzurla kal, tabi kalmayı başarabilirsen…

26 Aralık 2015 Cumartesi

Mavi Püsküllü



Hey! Merhaba canım okur, çok sevdiğim blog sayfam!
İhmal etmekten hiç hoşlanmasam da  [genelde hep ihmal eden taraf olurum :( ]  çok uzun zamandır yazamadığımın farkındayım/farkındayız.
Yorucu geçen sınav dönemine beni yoran hayata dair düşündüğüm şeylerle yine yeniden ve her zaman olduğu gibi çareyi yazmakta buldum. Söz bu kadar ayrı kalmayacağız artık… Ve elim de çayımı yudumlarken uzun zamandır düşündüğüm şey yine kafamı tırmaladı,durdu! Ve bu sefer ertelememe izin vermedi.  Blog dışında da yazdığım yazılarımı tuttuğum defterlerime (tam 3 deftere daha sahibim) bir isim vermek istedim. Ve buldum… Hatta blogun girişinde de artık bu ismi göreceksiniz. Yazının başlığını da buna ithaf ettim…
Mavi Püsküllü…
Nedenini bir başka yazıda açıklayacağım.
Ve gelelim 2015’e…
Ne yıldı be?!! Nasıl bu kadar hızlı geçti anlamadım.
2015’e girdiğimiz o gün dün gibiyken şuan 2016 için gün saymamız… Şaka gibi.
Benim için her zaman yeni yıl; yeni umutlar, yeni dilekler, yeni düşüncelerdir.
Sanki yeni bir yılla geçen o yılın tüm yükünü atarım. (hiçbir zaman atamamış olsam da… )
Ama bu yıl, gerçekten bu yıl! Birşeyler değişecek.
Bu sefer seçim zamanı vaatlerde bulunup, ve seçildiği zaman hiçbir şey yapmayan kişiler gibi olmayacak.
Ne söz verildiyse, onlar birer birer yerine getirilecek…
2015…
Çok düşündürdün beni,çok sorgulattın hayatımda ki insanları, okulumu, hayallerimi hatta kişiliğimi…
Şimdi o karmaşık olan şeylerden kurtulma zamanı geldi.
Negatif olan tüm enerjimi sende bırakıp 2016’ya içimden geldiği gibi gireceğim.
Tabi şimdi seni gömmek de istemiyorum. Çok güzel şeyler kattın bana.
Öğrettin… Çok güzel öğrettin hem de minnettarım sana…
Hayatıma öyle güzel insanlar kattın ki… (özellikle son zamanlarda ‘yakından’ tanıdığım Ömer,Mahsuni iyi ki hayatımdasınız.)
 Ve isimlerini sayamayacağım diğer kıymetli herkes…
Hepiniz kendinizi çok iyi biliyorsunuz…
Ve az önce hayatıma şahane bir şekilde giren, yüzümü gülümseten ‘Mavi Püsküllü’…
Her birinizin hayatında ‘bereketli kapılar açılsın’
O kapıdan girdiğiniz gibi ‘şans’ sizi bırakmasın…
Kötülerin yenileceği, iyilerin kazanacağı ve adaletin sağlanacağı bir yıl bizimle olsun.
Hepinize şahane yıllar diliyorum!
Sevgiyle kalın…

29 Kasım 2015 Pazar

Hayat Kısa

Şu an, tam şu an...
Gözlerimi kapatıp, derin nefes alıyorum.
Tüm kalbimle şükür diyorum.
İnsanoğlu, bazı şeyleri yaşamadan hayatı anlayamaz.
Misal, haberleri açarız canımızı sıkan, bizi üzen bir haberse kanalı değiştiririz.
Benim dün böyle bir şansım yoktu.
Ya da bazı acı olaylar, hep başkalarının başına gelir zannederiz.
Benim dün başıma geldi.
Hiç bir zaman; ölü, yaralı, kriz geçiren vs bir olay gördüğümde soğukkanlı olamazdım.
Dirençsizdim ben.
Ama o olayı yaşadığın zaman olabiliyormuşsun onu öğrendim.
Dün benimde içinde bulunduğum bir trafik kazası oldu.
Ve benim sınıf arkadaşım da yanımdaydı.
O bana nazaran şanslıydı, oturduğu için. Ben ayakta olduğum için savruldum.
Yere düştüm...
Hani derler ya hayatım film karesi gibi gözümün önünden geçti diye.
Gerçekten doğruymuş.
En başta ailem vardı, sahi onlar bensiz ne yapardı?
Sonra sırayla ertelediklerim, hayallerim, kırgınlıklarım, kızgınlıklarım geldi gözümün önüne.
Hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkıp arkadaşıma baktım. Otobüsteki herkes 'şokta'
O an kendi acımı düşünmedim. Oysa ilk kendimi düşünürüm zannederdim.
Benden çok daha kötü durumda olanlar vardı.
Yaşlı amca, küçük bir kız çocuğu ve hala kulaklarımdan 'yavrum' çığlığı gitmeyen annesi ve panik atağı olan bir genç kız.
Yardıma ihtiyacı olan insanlar varken ben kendimi düşünemedim, arkadaşımda...
Elim ayağım titrese de yardımcı oldum/olduk.
Yanımıza gelen ambulans görevlisine düştüm,belim de ağrı var gibi önemli değil dedim.
 Çok sonra, düştüğüm için belimin ve kolumun acısını hissetim.
Ve çok sonra arkadaşımla sarılıp,ağladık.
Allah korudu.
Verilmiş sadakamız varmış.
Ve halkımızın ne kadar bilinçsiz olduğunu gördüm. Bir kaza anında olayı izlemek yerine orada ki insalara yardımcı olabilseydiniz keşke.
Kendi adıma gördüğüm her yardıma muhtaç insana koşarak gideceğimi tüm samimiyetimle söylemek isterim.
Biraz bilinçlenmeliyiz.
Ne yaşarsam yaşayayım eğer iyiyse onun bana bbir ödül, kötüyse bir ders olduğunu düşünürüm kendimce.
Yaşadığım bu acı olaydan da kendimce bir ders çıkardım.
Ve öğrendim ki;
Hayatta ertelememek gerek! İnandıklarının peşinden gitmek gerek.
Pes etmemek gerek.
Zaman varken şans da, fırsat da vermek gerek.
Her güne 'şükürle' uyanmak, gülümsemek, her anı doyasıya yaşamak gerek.
Kimseyi her ne olursa olsun kırmamak gerek. Varsın insanlık bizde kalsın.
Bu olayı kendimi acındırmak, vah tüh dedirtmek için anlatmadım,yazmadım.
Sadece, Cemal Süreya'nın da dediği gibi

                                   
Hayat kısa, kuşlar uçuyor...

23 Kasım 2015 Pazartesi

Bir Öğretmen Tanıdım

‘Öğretmen’...
Sana hayatında gitmek istediğin yolu en doğru şekliyle göstermek için çabalayan kişi..
Öyle değerli, öyle kıymetliler ki…
Ve en kıymetli başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’ün en sevdiğim sözü der ki;

‘’ Öğretmenler; Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcilerini, sizler yetiştireceksiniz ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır…’’
Ve bir nesli eğitmek öyle dışarıdan göründüğü gibi kolay değil.
Öyle zor ki…
Günümüz ‘öğretmen’ kavramına pek değinmek istemiyorum.
Ve tüm samimiyetimle diyorum ki,
Ben çok şanslıydım.
Öyle değerli, kıymetli öğretmenler tanıdım ki…
Sevgim de saygım da sonsuz onlara…


Ben bir öğretmen tanıdım,
İlkokul 2. Sınıfım o zamanlar… 1.sınıftaki okuldan nefret ettiren öğretmenimi unutturup, ‘Her öğretmen öyle değildir Ceren’ diye fısıldadı sanki kulağıma.
Sisli Şırnak yollarında sırf Gökmen öğretmenimin dersi var diye gittiğimi biliyorum.
Öyle çok özledim ki…
İyi ki
 Gökmen Yılmaz iyi ki…


Ben bir öğretmen tanıdım,
Lise 1 deyim… ‘Biyolojiden Nefret Edenler?’ grubu açıp Biyoloji öğretmenimi o gruba davet ettim.
Belki dersinden hiç yüksek not alamadım, belki sırf biyoloji korkumdan MF seçmedim bilemiyorum.
Ama Ben Hakan hocayı çok sevdim!
Ve Hakan hocanın okulda ‘dadaları’ vardı. Valla ben de bence onlardan biriydim.
Hakan hoca demek dadaları demekti.
Bana ‘silkelenip kendime gelmeyi öğretti’
İyi ki
Hakan Yatar iyi ki…


Ben bir öğretmen tanıdım,
Matematik branşındaki  hocamı Girişimcilik diye böyle seçmeli bir derse girerken gördüm, tanıdım.
Vallahi Suat hocayı anlatmaya kelimeler yetmez.
Bir kere ben onun kızıyım! Öğrencisi değilim artık.
Suat hoca, kesinlikle peşini bırakmayacağım çok değerli biri.

Bana matematiği sevdiren, yılmadan çalışmamı sağlayan, pes ettirmeyen
sen neler atlattın,bunu mu atlatamayacaksın diyen
kalbimin en güzel köşesinde olan en kıymetli öğretmenim.Ve şahane motive eder! :)
İyi ki
Suat Yılmaz iyi ki…


Ben bir öğretmen tanıdım,

Edebiyattan önce soğutan sonra beni edebiyata aşık eden…
Anne yarısı
Bir melek
Şahane bir öğretmen…
Ve hep yanımda olan.
Yazı yazmamda ki en tatlı etken.
Suat Hocanın kıymetli eşi, benim de kalbimin en güzel köşeciğinde bulunan
Zuhal Yılmaz
İyi ki, iyi ki, iyi ki…


Ben bir öğretmen tanıdım,
Okuldan taini çıktı, hop peşinden ben de gittim. Dersini hiç sevemedim belki ama kendisini çok sevdim,seviyorum,seveceğim..
Canım da canım!
Ve bir anımızı paylaşmak istiyorum.
Hayatımda hiçbir zaman tarih testi çözmeyi beceremedim. Lise son da seçmeli tarih dersinde öyle şahane kopya çekmişim ki Sinem hoca beni arıyor.
Hayır yani sen kim tarih sınavında ki 10 test sorusunun 9una doğru cevap vermek kim?
Kadın şok, kadın iptal doğal olarak. :)
Gülerek hatırlıyorum o günleri…
Ve bir de en sevdiğim şehre sizinle gitmek ayrı güzeldi…
Tüm kalbimle İyi ki
Sinem Güner Şarlayan İyi ki…


Ben bir öğretmen tanıdım,
Görünce pozitif enerji aldığım.
Şahane gülen.
Ve bence çok güzel bir kadın.
Kalbimi fetheden, derste çok güzel bağıran
Şebnem Külter Kapubağlı
İyi ki, iyi ki, iyi ki…
Ben bir öğretmen tanıdım,
Öyle güzel edebiyat anlattı ve öyle güzel sorular çözdük ki..
Danışman öğretmenim.
Beni sakinleştiren, çok sevdiğim
Çanakkale’de eksikliğini fazlasıyla hissettiğim
Erkan Sağlam
İyi ki, iyi ki, iyi ki…


Ben bir öğretmen tanıdım,
Üniversite sınavına ikinci kez hazırlanırken tanıdım hatta.
Ve itiraf, ilk başta dedim ki yok biz bu kadınla cık cık…
Bir de danışman öğretmenim…
Nasıl olacak falan derken canım oldu! Şahane şeyler paylaştık.
En büyük tutkumuz, kitaplarımız üzerine konuştuk.
İyi ki
Aycan Ateş iyi ki…


Ben bir öğretmen tanıdım
,
Adamı çıldırttım. Ben pes ettikçe karşımda buldum.
Olmuyor bu geometri uğraşmayalım dedim uğraşalım dedi.
İyi ki
Birkan Ayan iyi ki..


Ben bir öğretmen tanıdım,
Birkan hocanın eşi.
Dersime girmedi ama birebir derslerde beni benden aldı.
Bir insan bu kadar içten olabilir mi?
Olabiliyormuş.
İyi ki
Sema Ayan iyi ki…


Ben bir öğretmen tanıdım
Dersinden hiç anlamam!
Ama kendisini çok severim.
Öyle başarılı ders anlatır ki… Sırf aklımızda kalsın diye sınıfta yapmadığımız şeyler kalmadı.
İyi ki
Atakan Yenici iyi ki…


Ben bir öğretmen tanıdım,

8 sene öncesinde kaldı.
Nasıl kıymetli, nasıl değerli…
Vedalaşırken çok ağladığımı çok net hatırlıyorum.
Ve çok özlediğim,
 eski Boğaziçi Dershanesinin çok kıymetli öğretmeni
Murat Karaca
İyi ki, iyi ki, iyi ki,
 Ve sanırım bu liste öyle uzar gider ki…
Ben cidden baya şanslıymışım…
Lise de en güzel günaydını yapan
Fulin Demirci, Coğrafya çok zor hocam ya - hayır zor değil yaparsın Ceren diyen Muhteşem Kahraman Aslında bu matematik yolculuğunda bana Trigonometriyi sevdiren, gülerken gözleri kısılan çok sevdiğim Adem Özyurt Okumanın yaşının olmadığını öğreten, dersahanede hep yanıbaşımda olan  Ayşenur Hekimoğlu
Tatlı akraba, en sevdiğim, güzel gülen Seda Aksoy
İngilizceyi beraber oldurduğumuz şahane öğretmen, birlikte daha çok şey yapacağız, biliyorum.Sezin Köstem Köksal
Her biriniz iyi ki, iyi ki, iyi ki…
Her biriniz hayatıma sihirli değnek gibi dokundunuz.
Hepinizden öyle değerli şeyler öğrendim ki...
Hiç biriniz unutulmadınız.
Her zaman kalbimin en güzel köşeciğinde olacaksınız.
Çünkü, İz bırakanlar unutulmaz…
Sizleri çok seviyorum!
Öğretmenler gününüz kutlu olsun.
Hepiniz çok kıymetlisiniz.

Ve canım arkadaşlarım
Tuğçe ÇİL ve Yeşim AYCAN şahane birer öğretmen olacağınızdan şüphem yok.
Gününüz kutlu olsun.
Sizleri seviyorum.




20 Kasım 2015 Cuma

Meğer...

Bazen sadece durup, 'hop alo kardeşim sen napıyosun?' demek gerekiyormuş kendimize.
Seni ciddiye almadığı zamanda 'tatlı dille' anlatmak gerekiyormuş.
Yok 'tatlı dilden' anlamıyorsa 'sivri dille' üstüne basa basa konuşmak gerekiyormuş.
Kendimizle...
Ben mesela, bayılırım kendimle konuşmaya.
Deli miyim neyim? (tabii delilik biraz var,belki daha fazla)
Konudan sapmayalım da anlatmak istediğim 'öz' mevzuya gelelim...
Belki yetiştirilme tarzımdan, belki 'önce iyi insan olma' merakımdan belki de ikisinin harmanlanmasıyla kimseyi kırmak istemeyen bir yapıya sahibim.

-Aman kimse kırılmasın.
-Ya şimdi bu bence yanlış ama şimdi söylesem yanlış anlar ki o beni.
-Gerçekleri yüzüne ah bir söyleyebilsem neler neler olacak. (ne olacak arkadaşlık bitecek mesela)
-Alttan alayım en iyisi.
-Susmak iyidir,susalım bence.
-Tamam onun fikri şimdi kendince iyide benim fikrim de bu şimdi anlamaz o off susalım bence boşver.

Valla bu liste daha uzar, ben size söyliyeyim. Geçen gün bu listedekileri yaparak (kendimce doğru yaptığımı zannederek) dev sarsılmaya uğradım!

Meğer yeri geldiğinde insanları kırmalıymışım, her zaman 'Ben' kırılacağıma birazda 'karşımdakiler' kırılmalıymış.

Meğer gerçek arkadaşlar lafı dolandırmadan gerçeği ya da ne hissediyorsa onu araya üçüncü bir kişi almadan, direk sorun kimdeyse onunla paylaşmalıymış.

Meğer küçük beyaz yalanlar büyüyüp kocaman olabiliyormuş! O yüzden eğer mevzu bir 'arkadaş' bir 'dost' ise konu direk tüm gerçekliğiyle o kişiyle konuşulmalıymış.

Meğer yeri geldiğinde susmamalıymışsın. Hissettiğini, düşündüğünü ya da her neyse söylemeliymişsin.

Meğer fikirler önemliymiş..

Meğer kimse beni sevmek zorunda değilmiş. Meğer herkesi memnun edemezmişiz.

Meğer gülüp geçmek de lazımmış...

Ben ne çok yanlış yapmışım
'meğer'
Neyse ki; doğruyu gördüm. Kimseyi kırıp,üzmek istemem. Benim kişiliğime çok aykırı ama sanırım 'bazen' kırmak gerekiyor..
Bilmiyorum sizler ne düşünüyorsunuz bu konuda ama ben 21 yaşındayım ve şunu öğrendim;
-Ne yaparsan yap, karşındakini kırmamak için çabala yine de yaranamazsın. Sen sadece 'kendi yolundan' vazgeçtiğinle kalırsın. Sırf kimse kırılmasın diye yaptığın, vazgeçtiğin o şey her neyse sana 'keşke kırsaydın' olarak geri dönüyor. Ama yine de tüm kalbimle 'benim hayat yolum' da 'Ben' varsam eğer, ve 'ben' başrolsem eğer sanıyorum çevremdekilere 'izlemek' düşüyor. Ve tüm samimiyetimle 'önce iyi insan olmak'
Sevgiyle ve umatla kalın!

Nefes alıyorsak umut var demektir...

Unutmayın ;)

19 Ekim 2015 Pazartesi

Ben Böyleyim

Bırak tutma beni
Kaybetsem de üzülmem asla
Ne boş kaygıların
Korkma bana hiçbir şey olmaz
Yanlış doğru gibi
Eksik kalan birkaç satırsa
Ve ben ben böyleyim
Kendi yolumda

Sorsalar ki seni anlatan, bıkmadan dinleyeceğin bir şarkı var mı diye?
‘Ben Böyleyim’ derim. Hem de hiç düşünmeden. O kadar çok ‘ben’ barındırıyor ki şarkı…
Son zamanlar da yaşadığım saçma kargaşayı ‘Sonbahar depresyonu’ olarak tanımlayarak, teşhisi koydum. Havaların bir öyle bir böyle, değişken ruh hali taşıyan ikizler burcu misali olmasından bunaldım. Ve şimdi, tüm samimiyetimle arkadaşlarıma hak verdim.(ikizler burcuyum da
J ) Sen sonbaharsın kardeşim, ona göre davran. Giyelim hırkalarımızı, deri ceketlerimizi… Nedir kısa kolluyla dolaşmak? Sen hayırdır hava? Olmuyor böyle.. Tabi ki hastalıktan nasibimi aldım! Beni gören doktorumun gözlerinde ‘iğne’ diye haykıran çok sevimsiz portreyi yine yeniden gördüm. (Olmazsa olmazdır)
Velhasıl aldık iğnelerimizi, ilaçlarımızı iyileşme yolundayız.
Okula gitmediğimden evde kendimle konuşma seanslarımda son sürat devam ediyor.
Fakat baktım bu konuşma seansları bana zarar veriyor, bıraktım.
Hayat böyle zararını gördüğün an ne olursa olsun ‘bırakacaksın’. Yoksa daha çok zarar görüyorsun.
Sonra paylaşımlarını severek takip ettiğim
 ‘Ayşe Tolga’  nın instagram hesabında bu yazıyı gördüm! İyi ki de gördüm.

Ya düşersem?
Ah tatlım, ya uçarsan?
Senin sandığın hiç bir şey sana ait değilken, bu garantiye alma, bu konfor
alanı saplantısı niye?
Bedenin, hayatın, çocuğun, eşin, evin, işin hepsi emanet…
Uçurumun kenarından aşağıya bak, hayatın sonsuz hediyelerine güven.
Korkularınla beraber tüm bu anlayışı da bıraktığında, uçacaksın.
Orada seni bekliyorum…


İnsanız ve hemen hemen hepimiz hayatımızı garantiye alma derdindeyiz. Doğal olarak.
Ama düşünüyorum da ya şu çok ciddiye aldığımız hayata BİR kere geliyoruz.
Neden ya? Neden?!
Sevmediğimiz, istemediğimiz şeyleri yapalım ki?!
Evet, ben evde bunları düşünüyorum, elimde mandalinamla…
Valla siz de bir düşünün bunu. Benim gibi psikopatça değil tabii :)
Bu arada şarkının devamı şöyle der;

Hayatta benim
Her anımı yaşadıkça sevesim var
Aldırmam hiç yağmurlara
Benim güzel hatalarım var.
Bir an bile vazgeçmedim
Kendi yolumdan



Siz de ne olursa olsun vazgeçmeyin ‘kendi yolunuzdan’…
Çünkü beklentiler sadece üzer..!



*Yazma yolumda bana büyük destek gösteren her geçen gün bıkmadan 'ama bak yaz' diyen yazmam için bana defterler, kalemler alan okulun ilk günü tanıştığım kıza tüm teşekkürlerimi iletiyorum! İyi ki hayatımdasın.*

**Her geçen gün daha iyi oluyor melek diyerek yüzümü gülümseten ve benim iyi hissetmem için değil, gerçekleri tüm samimiyetiyle söyleyen 'Meleğim'e de çok teşekkür ederim. Sen benim canımsın. Her şey güzel olacak.

**** Bıkmadan usanmadan yazdığım her yazıya en tatlı, en samimi yorumları yaptıkları için dünya tatlısı patronileçe Ece Altınkeser'e (sen bir tanesin) ve buzlar kraliçeme (olmazsan olmazımsın), Tuğçe Bozkaya'ya da çok teşekkür ederim. Sizi aşşırı seviyorum!

****Gecenin şarkısı da tabiki Athena'dan Ben Böyleyim.. :) ****

4 Ekim 2015 Pazar

Hayalleriniz mi? Zorunda Olduklarınız mı?

Yazar bu ara bunu düşünmekte. Çünkü  ciddi ciddi bunu düşünüyorum.
‘’Hayal ettiğiniz her şey gerçektir.’’
Pablo Picasso ne de güzel söylemiş değil mi? Şimdi düşünüyorum da neydi hayallerimiz? Neydi bizim ‘gerçekten’ istediklerimiz…
Sahi neydi bizim hayal ettiğimiz?
Bence;
Alışılagelmişin dışına çıkmak eşittir hayallerimiz üzerine attığımız bir adımdır.
Alışılagelmişin dışına çıkmak ‘zorunda olmadıklarımızdır.’
İçimizden geldiği gibidir.
Orada her şey yolunda olmasa bile ‘sen mutlu olduğun için,yolundadır.’
Aslında bakarsanız orada hava en kötü günde bile güneşlidir.
Zorunda olduklarımız=Monotonluk
Okula git, okulu güzel bi şekilde bitir. İyi bir bölüm tuttur.
Sonra da şansın yaver giderse dayan devletciğe, çalış çalışma maaş stabil.
Sabah 8, akşam 5.
Sonra da bul bir koca. (Eee vakit geldi..)
O hayal ettiklerini de yap kocanla. (Kız başına nasıl yapacaksın? ayy bu kızda iyice delirdi)
Ee sonra da çocuk tabi..
derken
senin ‘kendi’ (bakın kendinizden,yani sizden bahsediyorum) hikayen yarım kalır.
Devam ettirmen çok çok çok zordur o hikayeyi. Çünkü artık 'tek' değil evli,mutlu,çocuklusundur.
Artık yeni bir defterde kendi kimliğinden sıyrılıp bir sorumluluk silsilesi hikayesi başlar.
Ve evet, Türkiye’de evliysen,mutsuzsan, eee çocuğunda varsa boşanmak olmaz.
Eee çocuk var canım, katlancaksın artık.Sonra sana ne derler,hiç düşünmedin mi?
Mutlu ya da mutsuz devam eden bir hikayeyi gittiği yere kadar (ki bu genelde ölüm oluyor) devam ettirceksin. Çünkü efenim yuvayı dişi kuş yapar misali.. O mutlu/mutsuz hikayeyi sonlandırmakta sana düşüyor..
Ha hayallerin mi?!
Bilmem.
Nerede kaldı hayaller? Nerede kaldı umutlar? Nerede kaldı istekler?
Uçtu gitti, artık yapacak bir şey yok.
O yüzden;
Vallahi ben diyorum ki,
Tıka kulaklarını,dinleme kimseyi, çık alışılagelmişin dışına, içinden geldiği gibi yaşa!
Dünyaya 10 kez gelmeyeceğine göre…
Hikayeni en güzel şekilde, dilediğin gibi yaz!
Öldüğün zamanda,
Dilediği gibi yaşadı desinler.
Hayallerinize tutunarak kalınız efenim.
İstemek (harekete geçerseniz) olmanın yarısıdır. 'Unutmayınız' :)


-Albert Einstein der ki; ''MANTIK sizi A noktasından B noktasına götürür. Hayal gücü ise her yere!


27 Eylül 2015 Pazar

‘’HER ÇOCUK ÖZELDİR’’

Söz konusu ‘film’ olduğunda cahilliğimde sınır yoktur.Evet,cahillik dedim çünkü öyle..
Bi insan hiç mi hiç film izlemek istemez.
İstemiyorum işte,hatta istememekte değil de.
‘Başına oturana kadar’ diye bir tabir vardır ya,işte ondan.
Yarım saat sonra hoop başrolde ben varım,yaşıyorum filmi.Böyle de tuhafım işte.
Her neyse hep duyduğum ‘bak mutlaka izle’ dediklerinden
‘Her Çocuk Özeldir’i dün akşam ağlayarak izledim.Bir film, bir insanı bu kadar etkiler mi?
Vallahi etkiliyormuş sevgili okur.
Ve ben (3 Idıots’dan sonra) Aamir Khan’ın oyunculuğuna dev saygı duydum.
(Ve diğer filmlerini de mutlaka izleyeceğim.)
Adam oynamamış dostlar,yaşamış! Baya baya o canlandırması gereken karakter olmuş.
Ayakta alkışlıyorum. (yazar burada ayağa kalktı!:) )

-
Gerçek hayat acımasız,rekabete dayalı bir dünya..
herkes çocuğu dereceye girsin,birinci olsun istiyor.
Doktor,mühendisyönetici…
daha azı kabul edilemez.
Yüz üzerinden 95.5, 95.7…
daha azı prestijsiz değil mi?
Allah aşkına bir düşünün.
Her çocuğun kendine özgü yetenekleri,kapasitesi ve ‘hayalleri’ vardır.
Ama yok öyle,herkes aynı yarışta aynı şekilde yetişmeli…
Beş parmağın bile beşi bir değil. İsterseniz itip çekin…
aynı hizaya getirmeyi deneyin.
Parmaklarınız kırılır.

Filmde geçen şu replik, ne kadar da doğru değil mi?
At yarışı gibiyiz… Ordan oraya koşturuyoruz. Neden?
-İyi bir gelecek için yavrucuğum.
-Bak o mesleğe ilgi duyuyor olabilirsin ama aç kalırsın,bak okuyanlar boş boş dolanıyor.Gel sen bunu seç. Hem geleceği parlak, hem parası iyi.
Ve bunun gibi binlerce cümle.
Neden?
Her şey ‘sözde’ çocukların iyiliği için.
Çocuklara üzülüyorum.
Hayallerinin peşinden gitmelerine fırsat verilmedikleri için.
Çocuklara üzülüyorum.
Küçücük yaşta kreş dediğimiz olayla tanıştıkları için.
Çocuklara üzülüyorum.
Diledikleri gibi oynayamadıkları için..
Ne olursa olsun, her çocuk özeldir.
Bunu biliyorum.
Kötü olan bir çocuk ona iyi olma fırsatı verilmediği için kötüdür.
Sorumlulukları çok büyük, ama bir o kadar da eğlenceli.
Onlarla oynuyorsunuz! Kahkaha atıyorsunuz!
Belki de hiç gülmeyen birisiniz kim bilir.
Tüm samimiyetimle söylüyorum
Din,dil,ırk ayrımı olmaksızın her çocuk özeldir,güzeldir,sevilesidir.
Ve her çocuk ‘ilgi’ ister.
Lütfen bu filmi izleyin,izlettirin.
Eğer bir vicdana sahipseniz, size dokunacaktır. Bundan eminim.
Bu zamana kadar bu filmi izlememiş olmakta benim ayıbım olsun.
Ve öğretmenler;
Sandığınızın aksine her şey öğrencide başlamıyor. Sizde başlıyor.
Anaokulu ve ilkokulda atılıyor o temeller.
Öğrenci, sizi rol-model alıyor.
Bu öğretmenim kızdı, demek ki artık her yapamadığım da bana kızacaklar.
Diyorlar.
Sevmiyorsanız çocukları, yapmayın bu işi.
Her puanı tutan olmasın öğretmen.
Bu meslek bu kadar basite indirgenmesin artık.
Öğretmen yahu öğretmen
Öğretmen eşittir gelecek demek.
Daha ne olsun.
Sonra bu çocuklar neden böyle? Vallahi bilemiyorum neden böyle?
Binlerce öğrenci var hangibiriyle uğraşacağım demeyin.
İsterseniz, ilgilenirsiniz. :)
Biliyorum.
Tıpkı bizim istersek günde 400 soru çözebileceğimiz gibi.


Filmde çocuğun çizdiği ve okul yıllığına kapak olan resim. :)

*Filmdeki çocuk disleksi hastası (öğrenme bozukluğu).Hastalığın
zeka ile alakası yokmuş.Hastalık tamamen dil ve hafızayla alakalıymış.
Disleksi hastalığına sahip dahiler de varmış. Albert Einstein, Walt Disney, Leonardo Da Vinci, Mozart, Bill Gates gibi ünlü isimler mesela. Bu sebeple hastalık dahi hastalığı olarak da anılıyor. 
Hayatın amacını, mutlu olduğunuz yerde aramanız dileğimle.

18 Eylül 2015 Cuma

'Biz' Büyürken

Bazen canımı acıtan şeyin ‘büyümek’ olduğunu düşünüyorum.
Aslında büyümüşte büyüyememiş, sanki buna fırsatı olamamış gibi.
Ya da ne bileyim. Sen hala 10 yaşında bir çocuksun, sevemezsin, ağlayamazsın,aşık olamazsın, dilediğin gibi haykıramazsın gibi… Ne zaman bunları yapmak istesen ‘ne oldu?’ ‘bak üzülüyoruz böyle’ gibi cümlelere maruz kalacakmışız gibi…
Büyümek cidden bu kadar can acıtan bir şey mi?
Büyüklerin, senin büyüdüğünü hiç mi kabul etmez? Senin de bir ‘özel hayatın’ olamaz mı?
Sende arkadaşlarınla dışarı çıkıp doyasıya kahkaha atarken bir den gülemez misin?
Kırk yılda bir geç saatlere kadar eğlenemez misin mesela?
Hayat, cidden sen bu kadar ‘ciddiye’ alınacak bir şey misin?
Şuan şu satırları içimden geldiği gibi, kimseyi düşünmeden yazıyorum. Çünkü hayata 10 defa gelmeyeceğim bunu da biliyorum.  Mesela bir daha asla ’21’ yaşında olamayacağım.
Sahi, büyükler! Siz 21 yaşındayken neler yaşıyordunuz?
Çalışma hayatına mı atılmıştınız? Yoksa imkansız bi  aşka tutulup aşk acısı mı çektiniz?
Ya da evlendiniz mi?
Hayır şuan size saçma gelen şeyler, bizim yaşamamız gereken şeyler.
Bırakın da hata yapalım.
Bırakın da nefes alalım.
Bırakın da hıçkırarak ağlayalım.
Çünkü siz kendi hikayenizi yazdınız.
Bırakın da bizler de kendi hikayelerimizi yazalım. Ne kadar erken o kadar iyi.
Siz bize güvendiğiniz müddetçe, her şey çok daha güzel ve sağlam olacak buna da tüm kalbinizle inanın! Çünkü bizleri sizler yetiştirdiniz…
Bizi boşverin demiyorum! Bu mümkün değil. Aile en büyük,en güzel ve en özel servet.
Sığındığımız, huzur bulduğumuz köşe…
Ama inanın bana canımızı acıtan asıl şey,  o köşeden kaçmak istememiz.. Bırakın da biz o köşeden kaçmak istemeyelim. Bırakın da kendi ayaklarımızın üzerinde durmayı öğrenelim.
Çünkü artık ‘çocuk’ değiliz.. Sizler gibi ‘yetişkin’ olma yolundayız…
Hikayemizi yazmamıza izin verin. Bize küsmeyin. Bize tavır almayın.
Lütfen!
Biraz müsaade…
Biraz.
Sizi en saf halimizle seviyoruz, hemde çok…



Ve şuan çalan şarkı şunları fısıldar…
Ne kadar manidar.. :)
Bu kızı yeniden büyütmeliyim 
Kor ateşlerde yürütmeliyim 
Değirmenlerde öğütmeliyim 
Farkındayım 
Farkındayım 
Kazanmalı, kaybetmeliyim 
Aşk uğruna harp etmeliyim 

Kendini seçemiyorsun 
Bırakıp kaçamıyorsun 
Yazmadığın bir hikayede 
Uzun ya da kısa vadede 
Az biraz keşfediyorsun 

Öteki olabilmeyi 
Yerine koyabilmeyi 
Geride durabilmeyi öğreniyorsun

8 Ağustos 2015 Cumartesi

Benim Asfaltım

‘’Bazı kitaplar tadılmalı, bazıları yutulmalı, bir kaçı da ağır ağır çiğnenmeli ve sindirilmelidir.’’ Demiş Francis Bacon…
Öyle  güzel demiş ki… Ben kitap okumaya da kitaplara da aşığım!!. Kimisini tadıyorum, kimisini yutuyorum, kimisini de ağır ağır, sindire sindire ‘Hiç bitmese ya’ diyerek okuyorum. Okumadan önce , kitaba dokunma hani ‘ilk temas’ dediğimiz o büyüleyici an var ya işte o ana da bayılıyorum! Mest oluyor, kendimden geçiyorum. Bilmiyorum, bir tek bana mı öyle geliyor ama, o kitabın sayfalarını çevirirken gelen büyüleyici bir koku var tüm parfüm kokularını geride bırakan. Ki bence ‘kitap kokusu’ olsa parfümü de yok satar! Bu da parfüm üreticilerine bir notum olsun!
Ve ‘benim asfaltım’…
Şu sıralar takıntılı olduğum, yanı başımdan ayırmadığım kitabın adı bu değil,kitabın ismi ‘SINIR’…
‘Benim Asfaltım’ ise kitaptan bir bölümün adı… İşte hayatıma dokunan kısım o.
Yazarı Beyza ALKOÇ! Dünya tatlısı bir kız. (hayır kendisiyle daha tanışmadık, ama mesafeler sevgiye de arkadaşlığa da ASLA engel değil.) Öyle güzel, öyle içten, öyle samimi yazıyor ki… Bayılıyorum… Bayılıyorum… Bayılıyorum…
‘Sınır’ bir wattpad hikayesiydi başlarda ve sonra şahane bir ‘kitap’ oldu.
Öyle sadece bir ‘kitap’ değil ‘başucu kitabı’ olmalıydı hatta…
En azından benim ‘başucu’ kitaplarım arasında yer alıyor.
Belki konusu çok sıradan ama ben bu sıradanlığa hayran kaldım.
Ya da Beyza bu sıradanlığı okuyuculara şahane bir şekilde aktarmış.
Eminim okuyan herkes Nehir ve Bora’nın hikayesinden  kendisine bir şeyler bulacaktır.
Kitapta hem düşündüren, hem kafamıza ‘dang’ diyen öyle okkalı cümleler var ki…
Eminim altını çizeceksiniz.
Uçarak gitmek bir hayaldi, yolum yoksa yol yaratacaktım, asfalt dökecektim kendime. Çünkü güçlü insanlar böyle yapardı. ~ Benim Asfaltım


Ve Nehir kitabın sonların da diyor ki;
Çünkü çok güzel günler kaldı yaşanacak. Çok güzel aşklar var tadılacak. Her şeyden öte siz varsınız, kimse için değil ama kendiniz için, tam şimdi, şu an, kalkın ayağa. Adım atmaktan korktuğunuz her yerin dibine kadar gidin. Yaşamak ne kadar süreceğini bilmediğimiz bir filmi izlemek gibi, her an bitebilir. İşte bu yüzden, ‘şimdi olmaz’ demek yok. Şimdi olur. Şimdi çok güzel olur. Şimdi en güzel olur. Siz yeter ki kalkın ayağa. Bir yaşam istiyorsanız, gidin alın onu.
Ve ben buradan Beyza’ya kurduğu her cümleyle kalbime dokunup, ben pes etmişken, vaz geçmişken ayağa kaldırıp ‘yazma serüvenime’ geri döndürdüğü için teşekkür ediyorum. Sınır’ın da senin de yolun açık olsun!

*Bu arada ‘Sınır’ ağır ağır çiğnenip sindirilecek bir kitap*


1 Ağustos 2015 Cumartesi

Sevimli bir yer gördüm sanki: ''Kahvekale''

''Küçük Mucizeler Dükkanı''
Başlıktan da anlaşılacağı üzere sevimli bir yer gördüm ben. Öyle sevimli, öyle içten, öyle sıcak ki… Dükkana girdiğim  anda dediğim tek cümle abartısız  ‘Ben buraya aşık oldum!’ oldu. Cidden, bırakın karşı cinsi falan gidin ve bu tatlı dükkana aşık olun. Hem sizi üzüp, incitmez de… Dükkanın adı: Kahvekale Küçük Mucizeler Dükkanı
Ama gerçekten mucize gibi bir yer!
Öncelikle sahibi Ece hanım ya da ı-ıh hanım çok resmi olacak Ece abla diyorum direkt. Dünya tatlısı bir kadın. Evet, Ece abla böyle konuşsun ve ben bıkmadan, usanmadan, büyük bir keyifle 7-24 onu dinleyeyim. Bu dükkanın olacağına öyle çok inanmış ki… ’20 yılın hayali bu’ diyor… Hayalini gerçekleştiren, tökezlese bile durma, devam et! Yapamayacak ne var kızım! Hadi göreyim seni diyip azimle hayal ettikleri şey her neyse ona ulaşan insanlara hayranlığım ise çok farklı bir boyutta. Geçerken hep gördüğüm bir yerdi dükkan. Bugün gideyim, yarın gideyim derken dün geceye kısmetmiş… Bir kere dükkana girdiğim an da gördüğüm duvarın bir kısmına hakim olan ‘küçük prens’ beni benden aldı! Bilen bilir ne derece küçük prens sever olduğumu. Dövmesini yaptıracağım bir ömür yaşasın benimle demişliğim vardır. Gerçi hala öyle ama, neyse… Sonra o rengarenk koltuklar..bayıldığım dekorasyon ve en önemlisi KİTAPLAR!!!  A’dan Z’ye bir sürü kitap var! Allah’ım tam benlik. Tam hayalimde ki gibi… Bunun dışında şahane içecekler (el yapımı) ve yiyeceklerde mevcut. Yolunuz düşerse Küçük Mucizeler Dükkanı’na uğrayın. Ece ablayla tanışın, ben iyi ki tanımışım dedim.. Hayatıma sihirli değnekle dokundu sanki… Kim bilir belki size de söyleyecek ve söylediği an hayatınıza dokunacak cümleleri vardır Ece ablanın… Bu arada kendi sıkmasıyla şahane bi karışık meyve suyu hazırlıyor ki tadı damağımda! Mutlaka deneyiniz efendim…
J

Bu arada; Ece abla diyor ki: ‘Bol bol okuyun, hayallerinize inanın ve asla asla asla vazgeçmeyin!’


NOT: Küçük Prensli konseptli duvarın resmini çekmiştim fakat koymayı unutmuşum,dileyenler instagram hesabımdan bakabilirler.

30 Temmuz 2015 Perşembe

Bir İstanbul Meselesi

                                                            Bana her zaman uzak olan, daha önce görmediğim şeyler hep daha cazip gelir. İstanbul gibi mesela… İstanbul’a laf söyletmez orda bi ayık olun bakalım hoop derdim. Bu duygu, bu sevgi, bu aşk nerden geliyor hiç bilmiyorum inanın. Lise 3’te gittiğim geziden ve kuzenimin ‘günübirlik’ gittiğim düğününden sonra yine düğün sebebiyle gittiğim, fakat düğün bahane İstanbul şahane dediğim üçüncü İstanbul turum bi efsinin efsiydi.
Tüm samimiyetimle söylüyorum ŞAHANE bir yer. Gez gez bitmez…
Gezdikçe gezesin gelir.
Fakat;
Bakın fakat diyorum BANA göre değil…
Ben sessiz,sakin yerlere alışkın birisi olduğum için daraldım.
Trafik o biçim, insanlar oluk oluk üzerime geliyor sanki.
Çok fazla gezemedik belki ama bu bile bana yetti.
Kapalı Çarşı ve Mısır Çarşısına  Ba-yıl-dım!
Peki ya orda yaşadığımız olaylar?
Simitçinin gözlerimin önünde yere yığılması ve benim o an şok olup yardım etmek istesem bile kendime gelememem.. Hepsi 1-2 dakika da gerçekleşti.
Ve ben şunu gördüm. İyi insanlar hala var ve bu gurur verici…
Sonra Mısır Çarşısında yemek yedikten sonra bi an kalabalıktan ‘Canlı Bomba vaaar’ diye bağrılıp herkesin bir yerlere kaçması?!
Bakın o an dedim ki; Ceren İstanbul dedin dedin gözünü çıkarttın. Helal olsun sana.. Bu kadar çok istedin burayı canlı bomba geldi buldu seni.
Meğer ortada canlı bomba falan yokmuş, yemek yedikten sonra hesabı ödememek için kaçan birkaç kişi varmış… (tabi ben buna inanmıyorum.) Ama o korku yetti de arttı bile. Düşünsenize insanlar üzerinize koşuyorlar resmen…
Ve işin ilginç olanı bence esnafların gayet sakin olmaları. O kadar alışmışlar ki..
Hatta birisi dedi ki;  ‘Burada her gün ne olaylar yaşanıyor...’
Onlar alışkın, ee halkta bir nebze hemen hemen her gün yaşanılan olaylara alışkın ama ben alışkın değilim yani. Bizim bir Aynalı Çarşımız var. Orda da daha hiç böyle olay yaşanmadı yani duymadım hiç…
Onun dışında Bağcılar da kaldığımızdan orda turladık, Şirinevlere aile ziyaretine gittik ordan da bir Bakırköy yapıp eve geri döndük.
Evet Bakırköy’e gittim ve hastaneyi göremeden döndüm,üzgünüm..
Ve sonra Çanakkale…
Canım Çanakkale….
Sabah 06.00’da Çanakkale’deydim ve o sessizlik beni benden aldı.
Özetle İstanbul yaşanacak yer değilsin ama gezileceksin yersin.
O kalabalık ve kargaşada çekebildiğim *Eminönü Camiisi*

Kim bilir daha ne güzelliklerin var görmediğim…
Zaten kısıtlı zamanda her güzelliğini göremezdim başka zaman yine buluşuruz.
Bu arada 5 gün 4 gece kaldığımız şahane ev sahiplerine teşekkürler.
İstanbul şahaneydi ama siz daha şahaneydiniz.
Her şey için teşekkürler!


                                                                                                                                                        

28 Haziran 2015 Pazar

En Derin Yaralar Affetmekle İyileşir

Kaç gündür şu sayfayı açıp,yazıyorum ve hop siliyorum.
İçine sinme meselesi bu.
Mesela beğenmediğim bir şeyi neden arkadaşıma alayım ki? Ben beğenmemişim o neden beğensin? Mantığındayım.
Yazmakta böyle bir şey. Yazmış olmak için yazmak istemediğimden,bekledim.
Sanırım 'şu an' doğru zaman...
Farkında olmadan kelimeler dökülüyor...
Gelelim başlığa..
'En derin yaralar affetmekle başlar'
Ben demiyorum, Kemal Sayar diyor.
Şöyle ki, tam bir kitapkolik olduğumdan (özellikle böyle kişisel gelişim,beni pozitif enerjiye sürükleyen tarzlar) dün yağan yağmura aldırmadan, çikolata alma bahanesiyle (kurabiye yapacaktım da ) çıktım evden. İçimden de 'Allah'ım nolur kitabı bulayım' diye sayıklıyorum.
Sipariş falan istemiyorum,o an hemen elimde olmalı.. Yağan yağmuru göze almışım.. :)
Her neyse yoğun aramalar sonucu kitaba kavuştum!
Kitabın ismi 'Beni Sessiz de Sevebilir misin?'
Ve bu 'en derin yaralar affetmekle iyileşir' de kitaptan bir kesit.
Şimdi sizinle o kısmı paylaşıyorum.
-

Dur da bir bak ruhuna, içine bak.
Orada kımıldayan yarayı fark et.
O yara orada durduğu için ve sen bir türlü yüzünü oraya

çeviremediğin için,olup bitiyor birçok şey.
Özgür olduğunu zannediyor fakat geçmişin hapishanesinde yaşıyorsun.
Eflatun'un mağarasındaki adamlar gibi gölgeyi hakikat,karanlığı yurt biliyorsun.
Yüzleşmeden hakikat bulunmaz, acı çekmeden büyüyemezsin.

İçinde kımıldayan o yarayla yüzleş, o yaranın seni büyütmesine izin ver.
Öfke geçmişi iyileştirmiyor.Öfkeyi koyuver içinden, sen daha iyisine layıksın, temizle içini.
Affet. Sana kötülüğü yapanı unutma ama onu 'affet'.
Ona de ki, ''Ben senin içime saldığın kinle daha fazla yaşamayacağım, seni daha fazla içimde tutarak bana kötülük etmene izin vermeyeceğim.''
Kendine iyilik yap, dünyaya iyilik yap. Dünya kötülere bırakılmayacak kadar güzel ve iyiler mağlubiyeti bu kadar kolay kabullenmemeli.

Affetmek geçmişi değiştirmez ama geleceği genişletir.Geçmişin parmaklıklarının ardına tıkılıp kalmak yerine geleceğe hamle etmeni sağlar. Dünyanın artık pek de tekin bir yer olmadığını biliyorsun ama senin dokunuşların olmazsa, senin iyilikle bezediğin ruhun dünyaya karışmazsa bu tekinsizlik çoğalacak. Dünyayı biz iyileştireceğiz. İyiliğe dair hiçbir söz, hiçbir eylem boşuna sarf edilmiş olamaz. Bir yerden yankı verir. Toprağa düşen bir tohum yoktur ki filiz vermesin.
Sen sözünü toprağa düşür yeter ki. Bir asit gibi seni içten içe eriten öfkeye, sarhoş eden şu intikam hevesine diren. Kötülük daha büyük bir kötülükle iyileşmez. Kötülükle aynı dilden konuştuğunda onun saltanatını berkitirsin ancak. (berkitmek: işi sağlamlaştırmak) Onu dilsiz bırakmakta marifet, onu işsiz bırakmakta.
Affet ve sabret..


Kemal Sayar, bu satırlarla bana çok şey kattı ve ben o sayfaları çevirdikçe katmaya da devam ediyor. Bu yazısı beni biraz fazla düşündürdüğünden sizlerle paylaşmak istedim.
Umarım sizi de düşündürür, ve yeni adımlar atmaya teşvik eder.
Ve sözlerimi kitabı açtığım gibi beni karşılayan cümleyle sonlandırıyorum.
İyi ki kitaplar var...


18 Haziran 2015 Perşembe

'İyi ki' Diyebiliyorsan..

Tam da dilediğim gibi 'haziran' bomba geldi bana!
Doğum günümün bu ay da olmasından mıdır nedir bilmem 'haziran'ı bir başka seviyorum.
Kırmızının uğuruna inandığım gibi inanıyorum haziranın uğuruna..
Ne zamandır yazacağım yazamıyorum.Çünkü 'yazar' burada derin düşüncelerde..
Tatili bu yüzden sevmiyorum galiba hep bir düşünce halindeyim,manyak mıyım neyim? Ne düşünüyorsam bu kadar çok...
Ama işte öyle olmuyor.. Beni yormadığı ve delirtmediği müddetçe bu düşünceler esasında 'dev' iyi geliyor...
Öyle umut doluyum ki..
Önüm,arkam,sağım,solum hep 'iyi ki'lerle dolu..
içimde kalan tek 'keşke'me bakıyorum,onunla da bugün bi imza attık.
O keşke'de Allah'ın izniyle 'iyi ki' olup yazarı sevinderecek.
Bu arada doğum günümün haziranda olduğunu söyledim ya bahsetmeden geçemeyeceğim.
Benim çatlak arkadaşlarım yine beni gözler dolu dolu (onlar görmesede) bir hale getirdiler.
Ya hani artık süpriz yoktu,tükenmişti..
Yok yani illaki bir şeyler yapacaklar..
Odama bir girdim duvarımda renkli küçük zarflar..
Üzerlerine de yıldızlar yapmışlar moduma göre açacağım o zarfları..
Ne çılgınlar.. Hediyeleri de bir o kadar güzel ve özeldi..
İyi ki hayatımdasınız kızlar!
Arkadaşlarıyla tıpkı ameliyat zamanımda olduğu gibi video çeken çılgın arkadaşım başta olmak üzere; yazdıklarıyla beni ağlatanlar,işleri dolayısıyla zor zaman ayırıp beni arayanlar,yazdıklarıyla beni güldürenler hepiniz ama hepiniz 'iyi ki' hayatımdasınız.
İyi ki sizleri tanımışım...
Sizler de iyi ki diyebiliyorsanız gerisi bırakın gitsin...
Hayat öyle güzel ki..
Çok şükür..
Yaşıyorum..
Diyebiliyorum.
Siz de öyle desenize? Ve ne yaşarsanız yaşayın hayata sıkı sıkı tutunun.
Hayat öyle de güzel böyle de.. :)

Hayatın bana öğrettikleri;
-Asla pes etme,kendine güven,başaracağına inan :)

19 Mayıs 2015 Salı

Tik Tak! Zaman Geçiyor!

Geçtiğimiz Cuma, üniversite hayatımın 1.dönemine noktayı koydum. (Bütleri saymazsak tabi) Valla nasıl geçti,neler oldu,nasıl oldu hiç bir fikrim yok!
Tek bildiğim zamanın su gibi akıp gittiği..
Daha dün hazırlık okumamak için sınava hazırlanıyordum.. Sonra hop sınavı geçtim soluğu 1.sınıfta aldım.. Valla hangi ara oldu bunlar hiç bilmiyorum. (-yaşlanıyor muyuz cidden? -yok canım ne yaşlanması daha yaşımız kaç?) 
Eylülden bu yana değişen çok şey var.
Benim gibi.. Bi çok şey gibi..
Bu seneden neler öğrenmedim ki?!
-Öncelikle eğer kendini biliyorsan üniversite korkulacak bir yer değil. Aksine şahane vakit geçirebileceğin,sosyalleşeceğin ve her telden insan tanıyacağın renkli bir yer. (dersleri saymazsak) Gerçi derslerimiz öyle çok abartı ağır ve zor değil ama öğrenciyiz sonuçta.. :)
-Şahane arkadaşlarım oldu! 80 kişinin 80'ini de tanımıyorum belki ama sima olarak biliyorum.. Çoğuyla konuşuyorum zaten.. iyiler,hoşlar anlayacağınız. Anlaşamadığımda yok diyebilirim. Çünkü herkesi olduğu gibi kabul ettikten sonra anlaşamamak gibi bir şey pek söz konusu olmuyor.Sadece samimi görüştüklerin ayrı oluyor o kadar.
-Verdiğim en doğru kararsa güz ve bahar dönemi olarak ayrılan her döneme bir uğraş yerleştirmem oldu. Güz döneminde 'ehliyet' işini hallettim şuan da 'ingilizce kursu'nu halletmek üzereyim.. Ama ingilizce ayrı bir dünya onunla uğraşmak bitmez.. :)
Ve herkese de üniversite hayatını bomboş geçirmek yerine her döneme bir 'uğraş' yerleştirerek geçirmesini şiddetle tavsiye ediyorum. Çünkü bunlar ilerde mutlaka işimize yarayacak.. Hem yaşımız ilerlediğinde neden 'keşke üniversite yıllarımda şunu da yapsaydım?' diyelim ki? Değil mi ama? 
-Sonra öldürmeyen şeyin beni güçlendirdiğini öğrendim. Hem ülke olarak,hem kendi içimizde.. Hastalıklar,ölümler yaşandı.. Ama bana en çok koyansa 'Özgecan' olayı oldu.. Tüylerim diken diken.. Özgecan'ın kardeşinin dediği gibi okullarda 'sevgi' dersi verilsin! Buna ihtiyacımız var,fazlasıyla.. 
-Çok yakın arkadaşlarımla çok tatsız olaylar yaşadım.Üzdüm,üzüldüm!Kırdım,kırıldım! Ama şuanda yaşadığım o olaylara gülerek bakıyorum.Dedim ya insanları oldukları gibi kabul etmek. 5 parmağın 5'i bir değilken ben nasıl her insanın benim gibi olmasını beklerim ki?.
-Kafaya takmamayı (sınavlar hariç), içimden geldiği gibi yaşamayı, daha fazla gülmeyi ve kendimi sevmeyi öğrendim.Ve insan büyüdükçe öncelikleri de değişiyormuş.. Bunu fark ettim..

Ve şimdi dönüp şu yazdıklarıma baktığımda ('Özgecan' olayı dışında) kendi adıma yaşadığım her şeyi 'iyi ki' yaşamışım diyorum. İyi ki olmuş, iyi ki üzülmüşüm, iyi ki öyle yapmışım.
İyi ki ... İyi ki ... İyi ki ....
Hayatımızda hep 'iyi ki' ler olsun!
'Keşke' lere yer olmasın..
Huzurla..
Sağlıkla..
Mutlulukla..

1 Mayıs 2015 Cuma

Mutluluk Ormanı Eşittir Mutluluk Hormonu

Öyle bir piknik organizasyonu düşünün ki hiç canınızın gitmek istemediği!
Tabi ki bunun bir sebebi var. Sebebi ziyaretimiz ne diyorum ben ya o kız istemede oluyordu.
Her neyse sebebi,şu 3-4 gündür çıkamadığım depresyon halim! Malum final haftası geldi ben yine 'insaaan yüzü görmek istemiyoooorum', 'beni benimle bırakıııın', 'dipteyim sondayım depresyondayım' modundayım... Eğer depresyondaysınız yapmak istediğiniz tek şey yatağınız ve pijamalarınızla bütünleşmek oluyor. Yani en azından ben öyleyim. Ha bir de çikolata kavanozu! Biz böyle şahane bir 3'lü oluyoruz anlayacağınız..
Neyse istemeye istemeye bütünleştiğim parçalarımdan ayrılıp adının 'Mutluluk Ormanı' (ilk defa duydum,gördüm) olan piknik alanına doğru yola koyulduk. Ben yine isteksiz,ben yine mutsuz...
Ruh haliniz böyle olunca gittiğiniz yerden de keyif alamazsınız..
Nitekim ben de ilk anlarda sıkıntıdan öleceğim sandım! Geçmek bilmedi..
Her zaman yanıma okurum diye kitap alırım ve okumam bu seferde nasılsa okumuyorum diye kitap almadım ve koca dönem bitiremediğim Kürk Mantolu Madonna neredesin sen diye içimden kendime sövdüm. (Bu bir itiraftır)
Ama sonra bişey oldu. O doğa yürüyüşü beni kendime getirdi ve oh çok şükür dedim! Bunda çok sevgili hocamın ve arkadaşlarımında etkisi var.
Ve sanırım beni asıl etkileyen Mustafa Hocanın bana, asıl sınav mezun olduktan sonra bence mezun olma demesi oldu.. Mezun olma derken,bu anların tadını çıkar demek istediğinin altını çizmek isterim. (en azından ben öyle anladım)
Anlayacağınız üzere,şahane bir piknikti..

Sonuç olarak;
-Depresyondan çıktım.
-Sonra Damla'nın sevgili köpeği Gofret'e dokunarak bir ilk gerçekleştirdim.
Bence köpek fobimi yavaş yavaş yeneceğim,tüm umudum o yönde.
-Tek eksik Ezgi olsa da kalbimde ve telefonun öbür ucundan daima benimleydi! :)
Bu arada Mutluluk Ormanının da mutluluk hormonlarıyla bir ilgisi olabilir.

Her şey için teşekkürler YDS ailesi..
İyi ki tanıdım sizi :)


Unutmadan;
Tekrardan İyi ki doğdun Damlaaaa! :)



Bu da doğa yürüyüşümüzden benim çekmeyi beceremeyip telefonu hocayı devrettiğim ve şahane çıkan selfiemiz!

NOT: Hocam, iyi ki sizi dinleyip gelmişim. :)

11 Nisan 2015 Cumartesi

#mutluolmakiçinküçükşeyler

Haberiniz var mı bilmiyorum ama böyle bir çılgınlık var! Ya da ben 'mutlulukla' fazla yakından ilgilendiğimden her yer de karşıma bu hastag çıkıyor. İlk olarak Doğa Rutkay'ın  instagram hesabında paylaştığı fotoğrafların altında bunu gördüm. Sonra da birçok yerde.. (Melek sen bunu hep kullanıyorsun cansın!)  Gördükçe de sevindim doğal olarak..Çünkü herkes pek mutsuz..
Ülke olarak zor zamanlar yaşıyoruz,üzülüyoruz,kahroluyoruz ve elimizden 'hiçbirşey' maalesef gelmiyor. Çünkü burası 'Türkiye'..  (Haddimizi bilelim lütfen)
Ülke sorunlarını teğet geçiyorum. (her ne kadar geçmek istemesemde)
Bu sorunlar dışında da insanlar mutsuz.
Neden? -Hiç bir fikrim yok.
İşte ben bunu anlayamıyorum. 

O yüzden bu #mutluolmakiçinküçükşeyler e bayıldım! Bana ilaç gibi geldi,umarım mutsuzluğa gömülmüş herkese de ilaç gibi gelir.
Benim de bir kaç #mutluolmakiçinküçükşeyler olarak nitelendirğim şeyler var.
-Sabah 'çok şükür bugünde sağlıkla uyandım' demek mesela..
- Sonra her şeye gülüyorum, herşeye! (arkadaşlarım çok iyi bilir.)
-Takıyorum kulaklıkları atıyorum kendimi kordona yürüyorum da yürüyorum. (çok iyi geliyor,şiddetle tavsiye ederim..)
-Sevdiğin kitabı tekrar hissederek okumak mesela..
-Seni iyi hissederen sözleri yazdığın bir defter tutmak..
-Hazır baharda gelmişken çiçek alıp odana renk vermek...

 Bu liste daha uzar gider ben size söyleyeyim.
Sizde benimle 'mutluolmakiçin' yaptığınız 'küçük' şeyleri cadakan@gmail.com adresime mail atabilirsiniz :)
Daha sonrada 'mutluolmakiçinküçükşeyler listesi' yaparız :) 

Mutluluk kesinlikle bizim elimizde olan bir şey. Mutlu olmamız için pahalı şeylere ihtiyacımız yok.. Sevgi dolu söz, içten bir sarılış, hatta bir çikolata.. Mesela halam,şu yaşıma geldim her bize geldiğinde bana çikolata getirir! Her geldiğinde! Hiç şaşmaz bu.. Bu beni dev mutlu ediyor. Kıymetinden bi 5 dk yiyemiyorum ama sonra yerken kendimden geçiyorum :) 

Mutluluk sen çok güzelsin, çok özelsin, çok enerjiksin! Beni 'ben' yapıyorsun!
Ve son olarak;
Bir yer de okuduğum ve okuduğum gibi de not ettiğim sözü paylaşıyorum.

Paraya ihtiyacın yokmuş gibi çalış...


Kimse seni üzmemiş gibi sev...


Kimse seni seyretmiyormuş gibi dans et...

Kimse seni dinlemiyormuş gibi şarkı söyle...

Cennet dünyadaymış gibi yaşa!



-bu arada Doğa Rutkay 'mutluolmakiçinküçükşeyler' tadında şahane bir kitap hazırlığında! Duyduk duymadık demeyin! :)

-musmutlu,şapşahane,dev iyi kalın! :)


30 Mart 2015 Pazartesi

Şimdi değil de Ne Zaman?

Ne yapsan olmaz ya hani? Bağlı kaldığın,vazgeçemediğin hatta takıntılı olduğun şeyler vardır.
Benim için de yazmak öyle. 
Yazmadığım zaman küçülüyorum,daralıyorum sanki..
Yazsam olmuyor,yazmasam yine olmuyor.
Çünkü yazdıkca ilk yazdıklarına burun kıvırıyor insan.
Benim de sürekli blog aç-kapa durumum bu yüzden!
Profosyenel bir yazar değilim. Ama bu olmayacağım anlamına da gelmiyor değil mi?
O yüzden gitmemek,saklanmamak üzere
Amatörce bir başlangıçla buradayım!
Şimdi değil de ne zaman yapacağım ki...
Ve ilk yazımda mutlaka olmalı  dediğim,her gün mutlaka okuduğum 
Can Yücel şiirini sizlerle paylaşıyorum.
Benim en sevdiğim şiirlerindendir,umarım sizde seversiniz!
Ha unutmadan;
35 ve 40 yaşıma selam olsun!


20 YAŞ 35 YAŞ 40 YAŞ VE BUGÜN Kİ BEN 

-Şunları bir araya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim- diye düşündüm.

Mutfak işinden de anlarım.
Donattım sofrayı.
Bayağı uğraştım.
Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim.
Bayağı da para gitti.


Birinin yediğini öbürü yemez.
Ötekinin içtiğini beriki içmez.
Dört kişilik sofra kurdum.

Mumları da yaktım.
Bak hepsi, Erick Satie severdi.
Hatırladım.
Müziği de ayarladım.

Geldiler.

20 yaşında ben,
35 yaşımda ben,
40 yaşımda ben ve
bugünkü ben dördümüz.

Birden 20 yaşımı, 35 yaşımın karşısına oturttum.
40 yaşımın karşısına da, ben geçtim.
yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.


Yatıştırayım dedim.
-Sen karışma moruk- dediler. Büyük hır çıktı.
Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.

Evin de içine ettiler.

Bende kabahat.
Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine ...

Can Yücel