29 Aralık 2016 Perşembe

YENİ BAŞLANGIÇLARA

‘yeni’ kelimesi kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi?
heyecan, mutluluk, sürpriz…
ve bunun yanı sıra;
tedirginlik, korku…
demek istediğimi anlayabildiniz mi bilmiyorum, zira ben pek anlayamadım da.
heyecan dedim çünkü yeni bir şeye başlamak çoğu zaman heyecan vericidir.
tedirginlik dedim çünkü yeni bir ilişki kulağa güzel gibi gelse de  efsane tedirgin eder adamı.
konumuz belli; önümüz 2017.
bizlere de 2016 analizi yapmak düşüyor.
kendi gözümden anlatacağım şu geçen koca yılı.
sevgili 2016’ya dair birçok insan gibi benim de umutlarım, hayallerim, beklentilerim, yapacaklarım, edeceklerim vardı. Olanlar da oldu, olmayanlarda.
(mesela 2016'da da zayıflayamadım.) (duydunuz zilin sesini bu olmadı)
tabi ki listenin başında ‘büyümek’ var.
Büyümek çok güzel, eksilmedikçe…
Öyle çok eksildik ki 2016’da.. Öylesine üzüldük, öylesine kırıldık ki..
Yüreğim dayanmıyor, bitsin, ulan herkes mi kötü? Diyerek yedim kendimi..
 istisnasız her geçen gün ‘ölüm’ haberi aldığımız şu dünyada, kafamıza taktığımız hiçbir şeyin aslında önemli bir şey olmadığını bir kez daha hatırlattı 2016. Sonunda ölüyorsun işte, şimdi o egonu al ve sakince yere bırak, seni tutuklamayacağız diye ayarı çekti bize. Anlayan anladı, anlamayan anlamadı.
Hayır bunu anlamak için illa ki birilerinin ölmesi mi gerekiyor onu çözebilmiş değilim.
madem unutuyorsun, Uyandığın da görebileceğin bir yere kocaman harflerle
BİR GÜN ÖLECEKSİN, SEVDİĞİN BİRİNE HER AN BİR ŞEY OLABİLİR.
ONA GÖRE YAŞA!
yazın, yazalım, yazılmalı…
2016’nın bizlere öğrettiği hatta hatırlattığı bir şey sevin  çok sevin,gülümseyin, kırmayın
çünkü,
öleceğiz, ya pisipisine ya da başka türlü ama öleceğiz.
bugün çalışırken çok sevgili müdürüm, sen neden böyle sürekli gülüyorsun dedi.
dedim ki, ya ne yapayım. Zaten her gün ağlıyoruz, zaten hepimiz mutsuzuz..
Burası Türkiye dedi.. acı ama haklıydı..
Okulda öğretmenlerimiz resmen vedalaştılar, ne olur ne olmaz hakkınızı helal edin dediler.
Elimiz yüreğimizde dolanır olduk, korkar olduk. Neyi paylaşamıyoruz, derdimiz ne bilmiyorum.
Kardeşçe yaşamak varken bunu kendimize neden yapıyoruz bilmiyorum.
Dilerim 2017’de bu savaş son bulur.Dilerim 2017’de kardeşçe yaşarız. Dilerim her şey çok daha güzel olur.

Bunun yanı sıra; güzel şeylerde oldu kendi açımdan.
Güldüm, dibine kadar hemde. (sevgili deli seninle gülmek paha biçilemez)
Yepisyeni insanlar kattım hayatıma. Her birinizi öyle çok seviyorum ki.
İyi ki…
Yapamam, edememlerden kurtulup elimi ateşe atmayı öğrendim dünyaya bir kez geliyoruz sonuçta.
Söylediklerim lafta kalıyordu, adım attım. Lafta kalmasına gerek yokmuş. Hatta korkacak bir şey yokmuş size de tavsiye ederim.
Hem ne demiş Ferman Akgül;
Korkma kaybetmekten en kötü ölürüz sonunda.
Gece 12 den sonra unutuyoruz bunları dediğim bir de şebeğim var. O benim canım.

Ve şimdi 2017;
gücümüze güç, mutluluğumuza mutluluk, başarımıza başarı katalım, eğer istersek yapamayacağımız hiçbir şey yok.
yeter ki isteyelim.
pes etmeyelim.
mucizelere inanalım.
Umut var.
Güzel kalpli insanlar hala var.
suçu 2016’ya atıp köşeye geçmeden bi düşünelim.
sahi biz ne yapıyoruz diye.?
silkelenelim ve kendimize gelelim.
sonra dönüp
2017 gümbür gümbür geliyoruz diyelim, bunu cidden diyebilelim.
küçük şeylerden mutlu olmayı öğrenelim.
birisine gülümseyip halini hatrını sormak gibi.
bence başarabiliriz, sizce?

ve son dilek hakkım 2017
çocuklar gülsün olur mu?.
çünkü onlara gülmek yakışıyor; korkmak, ağlamak değil…
aşkla,sevgiyle,güçle..
iyi yıllar!

12 Aralık 2016 Pazartesi

İyi ki doğdun Minnak

merhaba en küçük kız kardeş;
13 Aralık 2013’de hayatımıza sürpriz yumurtadan çıkar gibi çıkageldin. Bu dünyaya gelmekle iyi mi ettin kötü mü ettin, bilemiyorum.. ve inan yorum bile yapamıyorum.
doğduğun zamanı da hatırlıyorum. Doğduğun zaman doğru düzgün sevinemediğimi de hatırlıyorum elbette…
Biliyor musun? Doktoruma göre ‘basit’ ve yarım saat olan ama gerçeği tam 2,5 saat süren basit gibi görünen ama asla basit olmayan  bir ameliyatım vardı, beyin hücrelerim ameliyatımla boğuşurken dışarı gülücükler saçmak inan bana çok çok zordu. Affet, ablanın doğduğu zaman kadar sevinemedim, çığlıklar atamadım doğduğunda…
Sen 13 Aralık 2013’ de doğdun, ben 6 Ocak 2014’de ameliyat oldum. Ve kendi dilimde o tarih benim doğum günüm.
-gözünün içi gülmek neymiş
-koşmak, zıplamak, yürümek nasıl oluyormuş
-kilo vermek nasılmış
ve inan hepsini geçtim sağlıklı olmak nasıl güzel bir duyguymuş anlatam, çok şükür şuan her şey yolunda.. 18 yıl sonra olsada.Geç olmasın da güç olsun demişler.
Ve senin ilk doğum gününü de ortak kutlamıştık 6 Ocak’ta…

merhaba en küçük kız kardeş;
abla olmak nasıl bir şey, ne yapmalıdır, ne yapmamalıdır, nasıl davranmalıdır falan hiç bilmiyorum.
tek çocuk olmanın dez avantajı.
Sana kızıyorum, sana bağırıyorum bazen affet..
Çünkü bilmiyorum. Ablanla çok vakit geçiremedik küçükken ama sen 1 yaşına basmadan geldin ve benimlesin, bizimlesin.. Dedim ya seninle öğreniyorum. Ve itiraf ediyorum bir şeyi ağlayarak yaptırdığında sana çok kızıyorum. İlerde çocuk istemiyorum dersem sebebi sen minnak ona göre. (şaka yapıyorum şaka)
ve en sevdiğim şey, seni uyurken doyasıya öpüp koklamak.
en doyamadığım şey ise bana sımsıkı ‘ceyeeen kardeeeşiiiim’ diye sarılman.
‘ceyen kardeşiiim bana da kupa alır mısın?’
ve tabi ki bir C.A eseri olarak ablana da öğrettiğim sana da öğretmezsem olmayan şey;
-dışarda ne var minnak?
bok vaaar!
şu satırları yazarken nasıl kahkaha attığımı bilemezsin. Evet küçücük çocuğa böyle şeyler öğretiyorum.
 ama onun dışında minnak,
dünya senin gözünden baktığın gibi tertemiz değil.
insanlar, senin gözünden baktığın ve sana gülümsedikleri gibi iyi niyetli de değil.
keşke dünyaya, senin gözünden bakıp
‘ceyen kardeşim hadi beni amemeye götür, hafıl yiceem, macun yiceem, ayan içcem, bi de oyuncaklaya bincem nütfeeen’ diyebilseydik her birimiz, keşke bu kadar kötü olmasaydık.
Ve sana tavsiye;
kural1- içini geliştir. Sadece dışına bakarak bir yerlere gelemezsin. Sarışınların çoğuna aptal sarışın diyorlar. Sen sakın o ‘aptallardan’ olma. Dışının güzelliğine kanıp içini unutma.
kural2- aile her şeyden üstün. Bak gün gelecek sıkılacaksın onlardan. Arkadaşın uğruna aileni boşvereceksin. Annen görüşme onunla diyecek ve sen ben şimdi ne yapacağım o olmadan diyeceksin belki ama ne olursa olsun anneni dinle. Anneler her zaman doğruyu söyler. Nasıl oluyor bilmiyorum sanırım annelik iç güdüsü. Anneni dinle. Çok çok üzgünsen gel birlikte ağlayalım, birlikte üzülelim.

kural3- hayatının merkezine kendinden başka kimseyi koyma. Ya giderse, ya küserse, ya şöyle böyle olursa deme. Giden gitsin, kapı orada. Nerde çokluk orada bokluk minnak bunu unutma. Ve hayatının merkezine aldığın insanlar gün gelip sana canım hiç kusura bakma ama ben sana demedim beni oraya koy diye sen kendin yaptın, ee beni oraya koyarak da egomu okşadın.teşekkürler diyip giderler ve gideceklerde.. kimseye hak ettiğinin ötesinde değer verme, azıcık bile olsa.
kendinden, kararlarından asla ödün verme.
kendini kullandırma, kullanıldığını hissettiğinde koy mesafeni.
arkadaş kötü bir şey değil, sadece takılı kalma, seni yormasına izin verme.
Gün gelecek omzunda ağlayacak, gün gelecek birlikte saçmalayacaksınız.
Güzel arkadaşlıklar kur, biriktir.
İnanır mısın geçenlerde bi kaç arkadaşıma beni 3 kelime ile anlatmalarını istedim.
öyle güzel şeyler yazmışlar ki…
gözlerim doldu..
kimi sen sadece mutluluksun dedi, kimi olgun, kimi isyankar, kimi pozitif, kimi delidolu, kimi tatlı…
arkadaşlarım gelin öpüjeeem! :)
diliyorum seninle böyle tatlı arkadaşların olur.
kural4- bilmiyorum nasıl bir karakterin olacak, benim gibi deli mi olacaksın sende ama güler yüzlü ol.
 ne olursa olsun iyi niyetini sakın kaybetme.
Samimiyetini, içtenliğini koru.
Ben biraz şapşal, biraz deli, kendi halinde bir insanım işte.
Şanslısın bak diyim sana.
Ay bir kere hemen hemen her pazartesi diyete başlayan bir ablan var!



hayatıma arkadaş olarak alıp sonra dost sonra kardeş kategorisine koyduğum insanlar oldu.
ama inan bana sonunda arkadaş olarak kaldılar bir kaçı da dost ama benim en iyi dostum mavi kaplı defterim bunu çok net anladım, ya da sanırım büyüdükçe anlıyorsun…

merhaba en küçük kız kardeş;
seni öylesine seviyorum ki..
söz veriyorum,
hep yanında olacağım.
seni hiç bırakmayacağım.
her akşam ceyen kardeşime iyi geceler demeye geldim demelerin devam edecek ve ben okuldan/işten geldiğim gibi hop senin yanına gelip öpüp, koklayacağım.
sen odama gelip mu ne? diyeceksin
bunlar değişmeyecek, değişmesine izin vermeyeceğim.
şimdi açtım kollarımı sen geliyorsun koşarak bana ve
ceyeeen kardeşiiim diyip sarılıyorsun ben de sana aşkııım diyip sarılıyorum.
sarılmak iyileştirir çünkü.
sarılmak gülümsetir çünkü.
sarılmak içten gelir, zorla sarılamazsın çünkü.

SENİ DEV SEVİYORUM!!!!
İYİ Kİ DOĞDUN MİNNAK…

5 Aralık 2016 Pazartesi

Hazırsanız ‘kendi gözümden’ anlatıyorum;

Bir dizi de duymuştum, adam kadına aynen şöyle diyordu:
‘’Kendine kimsenin gözünden bakma. Kendi gözünden bak. Kendi değerini
kendin belirle. Senin kendine inanman önemli.
Kimin ne düşündüğü değil. Tamam mı?’’
Evet aynen buydu. Eksiksiz. Tabi benden kaçmaz. Hemen durdurdum not ettim bu repliği.
Hop çalışma masamın karşındaki tabloma iliştirdim.
Unutmamam, beynime kazımam gerekiyordu.
Zira ‘benim için’ önemli bir şeydi bu.
Ve o zamandan beri beynimi kurcalayan bir şeydi.
Kendi gözünden bakmak. Başkasının gözünden değil kendi gözünden bakmak.
Bilmiyorum ama herkes bunu farklı yorumlayabilir.
Ben kendi gözümden yorumlamak istiyorum.
Bir zamanlar benim içinde önemli olan başkaları tarafından onaylanmak, sevilmek, onların dediklerine odaklanmaktı.
Sanki kendi gözüm, kendi beynim yokmuş gibi…
-Saçmalık.
Şey biz buna ergenyus dönemleri diyoruz ve ben bu dönemi işe girerek atlattım.
Evet, bağıra çağıra ATLATTIM!
Sana göre kıyafetim çok klasik olabilir cici kız ama benim için gayet şıktır nokta.
Sen kendi tarzına göre giyin, beni de kendine benzetmeye çalışma.

Bilmiyorum nasıl birisiyim, kime göre, neye göre nasılım? Bana kalırsa iflah olmaz bir deliyim.
Ve kendimi seviyorum, ben olmayı seviyorum.
Bir kişiye bağlı olmayıysa hiç sevmiyorum.
Altını çizerek söylüyorum sizi/seni sevmiyorum demiyorum bağlı kalmayı sevmiyorum diyorum.
Önceden severdim belki ama artık büyüdüm, büyüyorum, büyüyoruz.
Biraz anlayış cici insanlar!

Ve kendime kendi gözümden baktığımda,
ne kadar da ince düşüncelisin diyorum. Ne kadar inciğini cıncığını düşünüyorsun.
Küserse küssün, kızarsa kızsın, kırılırsa kırılsın.
Eğer ortada ‘sorun’ varsa bu sefer de gelsin karşındaki konuşsun, sen bırak üsteleme diyorum.
Bir kerede o arasın, bir kerede o plan yapıp seni davet etsin ne bileyim bir kerede sen değil de karşında ki sana bir şeyler yapsın.
Neden bilmiyorum ama artık bişey yapasım gelmiyor.
Bir söz var hani gözden uzak olan gönülden de uzak olur diye.
O misale dönüyor.
Şimdi beni daha iyi anlıyor musunuz cici insanlar?
her birinizi sevgiyle kucaklıyorum.
bu arada, hayat küs, kırgın kalacak kadar uzun değil.
başkalarını boş verin, kendi gözünüzden bakın.
BEN BAŞARDIM, SIRA SİZDE!
Çok sevin, çok çok çok..  (işin sırrıdır, kesin bilgi yayalım)
kendinize ‘cici’ bakın!
aşkla,güçle,sevgiyle!


27 Ekim 2016 Perşembe

Kapat Gözünü

Günler, aylar, yıllar geçecek… Bak, bugün bitti bile...
Şimdi, kapat gözünü ve hayal et.
dışarıda tüm gümbürtüsüyle esen bir rüzgar var, hava zaten o hiç sevmediğin öğretmeninde esinlenmiş derece de soğuk.
Elinde kahven, şekersiz içersin ama tatlıya da düşkünsün.
Eee neticede bir yerden kesmen, öbür taraflardan alman gerek.
O da ne..?
Yağmur da hafifden atmaya başladı.
Perdeyi sonuna kadar açtın, bayılırsın yağmuru izlemeye.
Sonra içinden bir ses kalk dedi.
Ne diye eve kapattın kendini, zaten bunu hep yapıyorsun. Şimdi çık dışarı!
 Islan ıslanabildiğin kadar, saçların savrulsun…
Yaşadığını hisset. Çok istiyorsan kahveni de al yanına.
Yağmuru hisset, rüzgarı hisset, yaşadığını hisset iliklerine kadar ve bağıra çağıra
Teşekkür et her şeye, herkese…

Şimdi kapatıyorum gözümü…
Yeşilliklerin arasında yerleştirilmiş kimsenin göremeyeceği bir bankta oturuyorum.
Güneş tepemden gülümsüyor bana. Başımı sağa çeviriyorum bir dolu papatya.
Bayılırım ben papatyalara..
Seviyorum, kokluyorum biraz da sohbet ediyorum papatyalarla.
Bi ses duyuyorum, ağlama sesi…
Başımı diğer tarafa çeviriyorum 10 yaşlarında, kumral, kıvırcık saçlı ama saçlarını tepeden sımsıkı toplamış, birleşik kaşlı biraz da tombiş bir kız çocuğu.
-Ne oldu sana, neden ağlıyorsun sen bakalım diyip sarılıyorum ona.
Hiç konuşmuyor benimle, sadece ağlıyor.
o yaşta ki bir çocuk neden bu kadar ağlar, bilemiyorum.
ses etmiyorum…
o ağlıyor, ben susuyorum.
Sonra bana dönüyor, gözleri kıpkırmızı olmuş bir şekilde anlatmaya başlıyor.
-Ben çok çirkin bir kızım, kaşlarıma baksana dalga geçiyorlar benimle. Sırf kaşım olsa iyi kilomla da dalga geçiyorlar. Kimse sevmiyor beni, sevmeyecekte. Dışlanıyorum hep, hayatım boyunca hep böyle mi olacak? Ben hep böyle ağlayacak mıyım? Bir şeyleri başaramayacak mıyım? Ne olur bana aksini söyle, ben dayanamıyorum…

Öyle kızıyorum ki o güzelliğe kendini bu kadar boktan hissettirenlere. Aksini anlatıyorum ona.
Her şeyin çok çok çok güzel olacağını, kendisinin çok güzel olduğunu, başkalarını boşverip kendisini sevmesi gerektiğini eğer gerçekten isterse başaramayacağı hiçbir şeyin olmadığını, her şeyin onun elinde olduğunu anlatıyorum da anlatıyorum.
Sımsıkı tutuyorum ellerini…
Umutla parlıyor gözleri…
Kırmızı gözler ışıl ışıl oluyor ve mutsuz ifade mutluya dönüşüyor.
Daha güçlü hissediyor..
Bir papatya koparıp saçının kenarına iliştiriyorum.
Çok güzelsin diyorum, tahmin edemeyeceğin kadar çok hemde.
Teşekkür ediyor bana ve diyor ki.
‘’Sen de çok güzelsin, hem de çok.’’
Ve bir an da yok oluyor.
Nerden geldi, nasıl yok oldu anlayamıyorum.
O yaşta ki bir çocuğun kalbini kırıp, ona kendisini kötü hissettirenlere selam olsun.
Meğer o çocuk, benim 10 yaşındaki halimmiş…
ve gözlerimi açıyorum.

Kahvem soğumuş, şarkı bitmiş, mum sönmüş, etraf karanlık…
Şimdi, etraf karanlıksa kendi aydınlığını kendin yarat diyerek yola çıkıyorum.
kapatıyorum gözümü
-şükrediyorum beni ben yapan herkese, her şeye
-teşekkür ediyorum evrene
-hayatımda ki herkesi sevgiyle kucaklıyorum
ve 10 yaşındaki kızın göz yaşlarından öpüyorum.
Sen çok çok güzelsin.


13 Ekim 2016 Perşembe

Bu yazıyı Sadabad'dan yazıyorum

‘’Yaşamak için ne çok neden var! Balıkçı teknelerinin etrafında o rutin, sıkıcı dönüp dolaşmadan başka nedenler de var yaşamak için. Cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekamızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi, özgür olabiliriz! Uçmayı öğrenebiliriz...’’ Jonathan Livingston-Martı


Gözlerimi kapatıyorum.
Daha iyi bir dünya olabilmesi için daha iyi kalpli insanlar lazım bize diyorum.
Öyle bir dünya da çocuklar mutlu, insanlar samimi ve içten…
Gözlerimi açıyorum.
‘’buyrun, kahveniz…’’
-Teşekkürler. Ve ekliyorum, gerçek olamayacak kadar güzeldin be ‘hayal’…
-Bir şey mi istediniz?.
-Yok, hayır size demedim.
kapanış!
Sonra gözlerim açık inceliyorum insanları. Laf aramızda bayılırım gözlem yapmaya.
Atılan kahkahaya bile bir şeyler bulan insanlarız biz.
Sahi, bu kadar mı kötü düşünür olduk?
Sanki gülmek yasakmış gibi.
Hayır, mesela ben her şeye gülerim. Her şeye!
Ciddi olamamak gibi bir problemim var.
Hayır tam ciddi olacağım bir gülme geliyor. Napayım?!
Sahi, içimizden geldiği için karşılık beklemeden bir şey yapmak yasaklandı mı?
Ya sahi, şimdi siz çok zenginsiniz ya… Eee sonra?.
Önemli olan gönül zenginliği derlerdi büyüklerimiz de gülerdik. Çok çok doğru.
Zira, günümüzde gönlü zengin insan yok denilecek kadar az, tıpkı samimi insanların neslinin tükenmesi gibi…
Sevmiyorum.
Sevmiyorum.
Sevmiyorum.
Sırf, birileri öyle istiyor diye ‘öyle’ olmayı
Sırf, birilerinin gururu okşanacak bir tarafları kalkacak diye olmayan hatta hak etmediği bir çift güzel sözü bile söylemeyi sevmiyorum.
Belki de bu yüzden kendi kendime konuşuyorumdur.
Yazmak, özgürlük bence.
Yazmak, uzun zamandır uzak kaldığım evim benim.
Uzak kaldıkça özlüyor, geldiğimde de ‘hadi saçmalayalım noğğluur bu insanlar çok sıkıcı, beni anlamıyooorlar’ diyip dertleşiyoruz işte güzel güzel.

Gözlerimi kapatıyorum…
Deniz dalgalı, hayat gibi.
Müzik yerine bi süre denizin dalgasının o huzur veren sesini dinliyorum.
Gözlerimi açıyorum…
Ellerimi çırpıyorum, zıplıyorum.
Gözlerim karşımda ki şahane manzarayı görüyor.
Kahvem sade, ağzım tat alıyor.
En ballısından şahane arkadaşlara sahibim.
Bi işim ve orada tanıdığım güzel insanlar var.
‘’Çok şükür’’
bir kez daha…
Sonra dönüp Beste’ye diyorum ki;
‘’Beste, ben çok mutluyum, çok çok çok’’

İnsanın isteyip de başaramayacağı hiçbir şey yok şu hayatta.
Ben bunu öğrendim.
Bir de mutlu olmak için birilerine, bir şeylere ihtiyacım olmadığını öğrendim.
Ne de güzel öğrendim, miiis!..

ve bu ara her şeye hep hep hep ‘iyi ki’…

Ha unutmadan, sevgiyi hiç ihmal etmeyin.
Buna ihtiyacımız var.

ve işte bu noktada benim imdadıma Sadabad yetişti.
Edebiyatı her zaman çok sevmişimdir. Öğretmenlerimi de.
Ama bu ara kendi dünyamda bir Sadabad yarattım, gelin görün.
Orada her şey öylesine güzel ki…
Bilmiyorum zamanında da öyle miydi? Ama ben kendi Sadabadımı öyle kodladım.
Bu yazıyı oradan yazıyorum.
Burada her şey yolunda.
Gelmek isterseniz sizleri de bekleriz.
Nedim ile çılgınlar gibi şarkı söylüyoruz!


ve duamız sabit;
inançla, aşkla, güçle
Sevgiyle!



11 Eylül 2016 Pazar

Yeni Başlangıçlara

Herkese merhaba!
Şuan, evet şuan hangi ruh haliyle bu yazıyı okumaya başladın bilmiyorum.
Ama senden bir ricam var, sevgili okur.
Gülümse!..
Evet, şuan..!
Evet, durduk yere..!!
Gül gitsin, hem inan bana hayatta gülümseyince çirkin olan insan yoktur.
Eveeet, seni gülümsettiysem en azından yüzünde tatlı bir tebessüm oluşturmayı başarabildiysem başlayalım…
---
Koskocaman, devasa bir yaz tatili nasıl bitti cidden şok içindeyim.
Neden bittin?
Nasıl bittin?
bence bitmemeliydin tatlım seninle şahane anlaşabilirdik.
Neyse hatice’ye değil neticeye bakalım, BİTTİ.!!
Ama nasıl bitti..??..!
Çok net bir şey söyleyeceğim, yaz tatilim bokluğun beşyüz tonu şeklinde kötüydü.
Hayal ettiğim gibi olmadı o ayrı konu, onun dışında iyi bir şey de olmadı pek.
Gündem malum; tedirginlik, korku, endişe, karamsarlık…
bir de ‘büyüme’ olayı var ki benden içeri, benden dışarı…
Ergenliğime geri dönüş yaşadım canım okur, bir görseydin beni (laf aramızda iyi ki görmedin, hayır buz gibi soğurdun benden)
Ergenliğe geri dönüşün sebebini ise hemen açıklıyorum, okul!.
Cidden okumayı seven bir insan okuldan birden bu kadar neden soğur inanın hiçbir fikrim yok. O yüzden diyorum tatil bir beş yüz yıl daha uzayabilir, okul bana uzak kalabilir falan.
neden bu bölümü okuyorum, eğitim sistemimiz neden bu kadar boktan, neden? Neden? Neden?
Bu kadar nedenleri düşünmekle iyi bir tatil bekleyemezsiniz değil mi?.
Evet, bende öyle tahmin etmiştim.
Neyse yiğidi öldür hakkını yeme demişler.
İyi şeyler de oldu. Staj dolayısıyla tanıdığım çok tatlı insanlar es geçemem.
Hasta da olsam kuzenimle geçirdiğim ada turu ve staj sonrası kızlarla geçirdiğimiz şahane Lapseki günlükleri ve bal teyzoşlarla muhabbetler, gülmeler, gırgırlar, şamatalar…
Sonra dönüp diyorum ki, ne yaşanırsa yaşansın bomba da patlasa, kaza da olsa,
 HAYAT DEVAM EDİYOR!..
Üzgünüm ama bu böyle.
Bize düşen ise zor da olsa pes etmeden umutla yarına bakmak.
Bu kadar negatif bombası gibi dolaşan insanlarla bu biraz zor olsa da.
Bilmiyorum, sanırım büyümek güzel şey.
Hatta büyümek değil de ‘farkında olmak’…
Kendinin, hayatın, doğanın…
Bu da pat diye olmuyor tabi, zamanla dediğimiz devasa makine devreye giriyor.
Çok kötü geçen yaz tatilimin son demlerinde kendi içimde şahane şeyler yaşadım hatta yaşamaya devam ediyorum.
Hayata bir kez geliyorsak eğer, kusura bakmasın kimse vazgeçilmez değil.
Hayata bir kez geliyorsam eğer ben, BEN varım…
sen yoksun, o yok, bu yok.
ben varım…
O yüzden ‘cesur’ olup adımlar attım.
o yüzden ‘karanlık’tan korkmadan attım adımımı.
o yüzden umudumu yitirmeden yola devam dedim.
o yüzden geleceği bırakıp anı yaşamaya başladım, en kötü ne olabilir ki?

KORKMA KAYBETMEKTEN, EN KÖTÜ ÖLÜRÜZ SONUNDA…

Mutlu, umutlu, aydınlık dolu, huzurlu ve bol gülümsemeli yarınlara…

Önce bana, sonra sana not;
Rahat ol, seni olabildiğinin en iyi yapacağım.
(bu söz yazın sonlarında benim ilham kaynağımdı)

Haa unutmadan, büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öper
bayramınızı kutlarım..


günün iyisi: inanmaktan vazgeçme ve asla pes etme, düşsen de tek düşen sen değilsin, kalk yola devam et.
günün kötüsü: bilek acısı da sevdaya dahil mi?
günün şarkısı: tüm gün işte o zaman dans o zaman renk demiş olsam da bir Karadeniz aşığı olarak yeni keşfim İMERA dır. Tüm şarkıları birbirinden güzel olsa da günün şarkısı bitmeyen sevda

ve tabi ki yalın- tatlıyla balla Yalın bu işi iyi biliyor arkadaşlar nokta.
en okunulası yazı: http://ciltugcee.blogspot.com.tr/2016/08/her-gunu-degerlendirmeye.html
arkadaşım diye demiyorum, şahane yazmış.

ve duamız sabit;
İnançla, aşkla, güçle

7 Ağustos 2016 Pazar

Küçük bir kasabada inecek var!

Çok değil 1-2 haftada önce, teyzemle karşılıklı sohbet ederken birden bana ‘artık yazmıyorsun da’ demesiyle uzun zamandır yazmadığımı fark ettim…
Aslında ben o gün teyzemle konuşurken bir çok şey fark ettim. Her neyse. Mevzu yazmak değil, yazmayı bırakın 5 aydır aynı kitaptayım! Ben? 5 aydır? E hal böyle olunca insan başını önüne alıyor, düşünüyor da düşünüyor…
Nitekim bende öyle yaptım. Enine boyuna düşünme seanslarım sonunda çıldırmama az kaldı doktorum nerede? Demedim tabi kii.. Güldüm, geçtim..
İçimdeki psikolog aşkıyla çocukluğuma kadar indim.. Şimdi önümde çocukluk fotoğrafım bakışıyoruz öylece, ne tatlısın diyorum ve sonra ekliyorum ‘özür dilerim, her şey için senden çok çok çok özür dilerim minik ceren, büyümüş bu cereni affet olur mu?’ diyorum o bana tüm sıcaklığı, tüm içtenliğiyle sadece ‘gülümsüyor’
(Günümüzde içten gülümsemeler yerini yapmacık gülümsemelere bıraktığı için..)
Şuan 22 yaşındayım, ama inanın o 22 yılın 19 yılı eğlence makinesinin  bozulan kısmı gibiydi…
Hani hep diyorlar ya önce ‘sağlık’ diye.. Boşa demiyorlar…
‘19’ yılımı içimde kocaman bir kahverengiyle geçirdim.Beni çok yordu, bana ‘neden ben’ dedirtti, beni gücümden,kuvvetimden alıkoydu, bana beni yoran her şeyi yasaklattırdı!
En çok istediğim jimnastik kursuna göndermedi.
Yüzmeye göndermedi, gitmemle bırakmam bir oldu.
Ve özür dilerim kahverengi ‘neden ben’ dediğim için.
Verenin de, alanında ‘O’ olduğunu bildiğim halde bunda da var bir hayır demediğim için…
Karanlık günler olacağını sonra o tünelin biteceğini aydınlığa kavuşacağımı bildiğim halde teşekkürü ve şükürü dilimden düşürdüğüm için, özür dilerim…
Sonunda, kahverengiden ‘tam zamanında’ dediğimiz bir an da kurtuldum…
Doğru zaman lafına çok inanırım, ve kahverengiyle de ‘doğru zamanda’ ayrıldık…
minnet doluyum her şeye herkese…
kahrımı çeken, beni bir an olsun yalnız bırakmayan en başta ‘aileme’  siz benim en kıymetlimsiniz. Sonra da ‘lise arkadaşlarıma’ teşekkür ederim, çok çok teşekkür ederim…
ve şimdi diyorum ki kendi kendime ulan ceren seni 19 yıl taşıdığın kahverengi bitirememiş, sen onu yenmiş güç bende dostum hadi yoluna demişsin…
Şimdi ahmet’i, ayşe’yi onu bunu ne takıyorsun kafana…
bir söz var hani sevene can feda, sevmeyene evlada diye…
memnun olmayana kapı orada,çıkışlar da sağdan bu arada, ben böyleyim işte
hatalarımla, saçmalamalarımla, gülümsememle Ceren’im…
Ve atılan triplere de tahammülüm yok.
Hayır yani koskoca 19 yıl bir kahverengiyle yaşamışım bir kez olsun trip attığını görmedim, siz kimsiniz pardoğğğn? Derler adama yani..
Arkadaşlar, tribinde bir dozu var… Burdan gelecekteki erkek arkadaşıma, arkadaşlarıma sesleniyorum sizlere trip attığım da beni uyarın!
O değil de, nerden nereye gelmişim ben yine… Eee tabi uzun süre yazmayın böyle oluyormuş…
Küçük Ceren, seni her daim seveceğim, seninle her gün konuşacağım unutma!
Sevgili Kahverengi gittiğin yerin ‘kuzenim’ olması canımı sıksa da o da senden bir hafta sonra kurtulacak, sağlığına kavuşacak… O da seni tıpkı benim seni yendiğim gibi yenecek, bak gör.
Ve tripler, en içten sevgilerim size…
Ve şimdi müsait bir kasaba da inecek var!
Mezun olduktan sonra ilk işim o olacak zira.




GÜNÜN OLUMLAMASI:  Sevdiklerinize, (hak edenlere) bıkıp usanmadan seni seviyorum seni çok seviyorum de. Hatta sen ne yaparsan yap, kim olursan ol çok seveceğim de.
GÜNÜN OLUMSUZU: Neden bu kadar nem var? Neden?!!!!!!!!
GÜNÜN ŞARKISI: Umut Kaya- Gül güzeli
 MUTLAKA OKUNMASI GEREKEN KÖŞE YAZISI: http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/nil-karaibrahimgil_113/gencligime-sevgilerimle_28841561



Ve duamız sabit,
İnançla, aşkla, güçle
Sevgiyle…

4 Temmuz 2016 Pazartesi

İçimizdeki Şeytan

Şimdiden söyleyeyim yazacaklarımın çok sevdiğim Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan kitabıyla uzaktan-yakından alakası yoktur. Sadece, kitabın isminden esinlenerek ‘cerensel’ bir şeyler yazmak istedim. Kaldı ki, kitabı hala okuma serüveni içerisindeyim. (evet hala ama bitmek üzere cidden) Belki içerisinden birkaç altını çizdiğim sözü sizlerle paylaşabilirim. Ama sizlere şunu tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki, mutlaka ama mutlaka okuyun! Öylesine güzel gidiyor ki… Şuan yazmayı bırakıp, okumaya devam edesim geldi.
Her neyse;
Her birimizin içinde bir şeytan olduğunu düşünüyorum hani bu ‘kötü kişi’ olarak değil.
Ama sen öyle görüyorsan öyle de diyebilirsin. Tamamen senin tercihin. Bu seni yapmak istediğin bir şeyden alıkoyan bir ‘şeytan’ ya da bu seni durduk yere (ikizler burcu misali) mutsuz eden bir ‘şeytan’ da olabilir.
Sen ne diyorsan ‘o’ ama ‘negatif’ bir şey sonuç olarak.
Bende bu ara içimdeki şeytanla verdim el ele dedim sen mi inat, ben mi? Hadi bakalım…
İçimdeki şeytan…
Hayatımı öyle ele geçirmiş ki…
Öylesine yükleniyor ki bana, her şeyin sebebi ‘ben’…
Hayır sonunda vay be diyorum, ben neymişim de haberim yokmuş.
Böyle içimi fık fık eden bir ton şeyle gereksiz yere baş ediyorum, neden mi? Valla onu bende bilmiyorum, hatta bilmiyordum.
Suçu dönüp dolaşıp yine kendime atıyordum…
Madem ortada bir suçlu olacak, o kişi neden bendim ki? Ben bendim işte.
İyisiyle, kötüsüyle, şapşallığıyla, neşesiyle, dil çıkartmasıyla... Beni sevenler böyle seviyorlardı.
Haaa belki de sevmiyorlardı da ‘seviyormuş’ gibi yapıyorlardı canlarım.
Ne gerek var böyle şeylere, hem inanın;
Ben de sizi ‘muş’ gibi…
Ve ben de suçu ‘İçimdeki şeytana’ attım.
Benim içimi kemiren de, yapmak istediklerimden alıkoyan da, beni gereksiz yere üzüp mutsuz eden de (ikizler burcu olmamın bununla hiçbir alakası olabilemez çünkü) oydu işte, içimdeki şeytan…

‘’Asıl sebep ve illetlere (neden ) varabilseniz göreceksiniz ki en zayıf tarafımız dışımızdadır. Gözümüzü kör eden yedi renktir, kulağımızı sağır eden sesler, ağzımızı paslandıran yediklerimiz, kalbimizi önce coşturup sonra durduran sonsuz koşmalarımızdır. Yüksek insan dışına değil, içine kıymet verendir.’’

Boşverdim bende, herkesi, her şeyi…
Ahmet’in dediklerini, Ayşe’nin sinsi hallerini, Hasan’ın beni sevmemesini, Fatma’nın üzerime giydiğim kıyafeti beğenmemesini…

Bu hayat benimdi sonuçta.
Kimse kimseyi sevmek zorunda değildi. (bu her ne kadar yeni öğrenmiş olsamda)
Ama herkes birbirine ‘saygı’ duymak zorundaydı. En hassas olduğum noktadır.
Saygının bittiği yer de hiçbir şeyi gözüm görmez, çok çok sevip değer versem bile.
Bu önemli bir husus vesselam.
Neyse,
İçimdeki şeytanı tuttum attım.. Öyle kökten değil, o mümkün değil…
Beni benden alan kısmını en derin yerlere yolladığımı bilin.
Ve sizde atın o şeytanı.
İnanın, bazen içimden tanımadığım bir teyzeye selam vermek geçiyor ama o içimdeki şeytan beni öyle şeylerle meşgul ediyor ki, teyzeye mimleniyorum sanki, daha tanımadan…
Benim şeytan baya büyük boydu anlayacağınız…
Onu attıktan sonra ‘hafifliyeceğinizin’ garantisini veriyorum.
Veriyooorummm..
Eveeeet veriyoruuuuumm…
Verdim, gitti!..
Ooo hafiflemek mi alırım bi dal.

Bu kadar yazdım, çizdim falan filan….
Sonuç mu?..
kitapta da dediği gibi…
‘’Gülün, sevinin hayat kadar tatlı şey var mı?.’’

'Cerensel bi kaç şey' 

·         ‘İçimizdeki Şeytan’  kitabını ne kadar çok istediğimi söylediğimde gidip bana o kitabı alan arkadaşa da en içten selamlar, teşekkürler, pembe kalpler…
·         Biliyorum, hiçbirimiz dört dörtlük değiliz, mükemmel olamayız. Beş parmağın beşi bile bir değilken, nasıl her şeyin mükemmel olmasını bekleriz ki.. Bakın, ben demiyorum ki ben şahaneyim! Asla… Öyle çoktur ki hatalarım, öyle çoktur ki değer verilmeyi hak etmeyen insanlara en üst seviyede değer vermelerim… Bayılırım tecrübelere, kızmam asla. Ve bayılırım hata yapmaya! Sizde hata yapın! Ama gözünüzü seveyim eğer bir hata varsa ortada yüz yüze konuşup halledin, triple değil. Bu da cerensel bir tavsiye, bir tecrübe yazısı olsun!
·         Bu yazıyı okuduktan sonra her birinizin yorumlarını bekliyorum. (özellikle her yazımdan sonra, düşüncelerini eksik etmeyenler, siz kendinizi biliyorsunuz.) ve pek tabii farkındayım çok uçuk kaçık ordan buradan ayy birazda şuradan olsun dediğim bir yazı oldu… tam cerensel işte… :)

Ve her birinize tatlı bayramlar diliyorum…!! (ben yine çılgınlar gibi tatlı yiyeceğim önüme gelen hiçbir tabağı geri çevirmeyeceğim. Misler gibi.. :) )

Ve kapanışı çok sevdiğim ‘Can Yücel’ şiiriyle yapıyorum. Lütfen, orada verilen ince mesajları anlayarak okuyun..
Sevgiyle kalın…

Herşey Sende Gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…
Sevdiklerin kadar iyisin 
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin…

22 Haziran 2016 Çarşamba

Haziran 2016'ya..

 tabi ki çok mutlu olmayı diledim!
Bilenler bilmeyenlere söylesinler. Neyi mi? Neyi olacak canım doğum günümü…
Farkındayım, bu doğum günü olayımı çok dillendirdim. Neden hiç bilmiyorum.
Hayır ‘30’ a falan da basmadım ama…
Sanırım benim için önemli olduğundan. Hem kim için önemli değildir ki?
Belki sevmeyenler de vardır bu doğum günü kutlaması olayını ama ben manyak derecede seviyor ve önemsiyorum.
‘koca kız oldun hala mı doğum günü?’ dediklerinde (oysaki daha 22 yaşındayım ne kocaman olması?) ‘80’ ime geldiğimde de kutluyor olacağım diyorum..
Ama bu yıl çok başkaydı.. Bambaşkaydı…
Yazarken bile içim içime sığmıyor o günlere gidiyor, heyecanlanıyorum.
İçimdeki çocuk, şimdi sakin ol da yaşadıklarımızı anlatalım, ne dersin?
Senin için de uygunsa başlıyorum küçük kız…
Tam 4 kez en şahanesinden kutlamalar, süprizler oldu. Ne tatlıydı.. :)
İlki benim canım üniversite arkadaş grubumdan geldi.
Beklediğim zamanda değil de beklemediğim bir zamanda böyle bir şey yapmaları da ters köşenin alasıydı! Teşekkürler, teşekkürler!
Sizleri seviyorum, ayrıca çok uzun zamandır istediğim ve bir türlü alamadığım ‘sonsuzluk kolyesi’ için de özel olarak teşekkür ederim, onun yeri bende çok başka, hatta anlamıda.
Ve fotoğrafımız içinde.. Her sabah, gözümü ilk açtığımda bana gülümseyerek bakıyorsunuz ve bende enerji hooop tavan oluyor!
Sonra staja başladığım yerde yine hiç beklemediğim bir anda (işe gömülmüş bir haldeydim) karşımda  pastayı görüp şoka girmem saniyeler sürdü… Ne tatlı, ne düşüncelisiniz.
Minnettarım!
Akşamına evde ailem tarafından olan kutlama ise en kıymetlisiydi..
Çok uzun zamandır bir arada doğum günümü kutlayamamıştık. Bu uzun zaman sonra çok iyi oldu. Çok seviyorum her birinizi.. :)
Ve gecikmeli kutlama yapan benim canlarım, benim en bi sevdiklerim…
‘biraz gecikmeli yapacağız ama çok güzel olacak’ demişlerdi…
Daha güzel ve daha anlamlı olamazdı.
Hayallerimi elime verdiler, şokunu üzerimden atamayıp resmen mala bağladım.
Boş boş bakıp idrak etmeye çalıştım.
‘Cerensel Şeyler’ i bastırıp avucuma bıraktılar.. Ve dediler ki bu sana ilham olsun.
Bundan bir tane değil, çok tane olsun…
Ve arkasına yazdıkları… Çok çok teşekkür ederim kızlar, hayatımı bu derece güzelleştirdiğiniz için…
Ve bu duygusal anı Yeşim'in 'Ceren'in doğum günü bittiğine göre sıra bana geldi, ee bana ne yapacaksınız?' diyerek dağıtması... Çok canımsın!
 Ve orta okul arkadaşlarım, Kütahya'nın bana kattığı en kıyetli insalar her zaman yeriniz çok başka olarak kalacak. 
Bunların yanı sıra, aldığım mesajlar…
Gözlerim dolarak okudum her birini.. 
 Ve şunu gördüm.
Hayatımdaki insanların bir çoğuna ‘cerensel’ bir şeyler bırakmışım.. Ne tatlı…
İstediğim de buydu.
Teşekkür ederim her birinize hayatımı renklendirdiğiniz için…
Teşekkür ederim her birinize beni büyüttüğünüz için…
Teşekkür ederim her birinize bana acı-tatlı bir çok şey yaşattığınız için…
Ve teşekkür ederim her birinize, bana çok fazla şey katıp, öğrettiğiniz için…
Her geçen yılım bir öncekinden daha güzel olduğu için minnet doluyum…
Her birinizi çok ayrı seviyorum…
Sevgiyle kalın!

9 Haziran 2016 Perşembe

Ben O Değilim

‘’Onlar gibi olmakla, hiç olmak arasında ince bir çizgi vardır, buna ‘kendin olmak’ diyoruz.’’
-Deli Çocuğun Güncesi (Özgür Bacaksız)
Merhaba sevgili ben, merhaba sevgili kendi iç sesim…
Bugün de bir şeyler düşünüp düşünüp kendini allak bullak etmedesin bakıyorum.
Helal sana, böyle devam et. Sonra mı? Bir de soruyor musun? Sonra ‘amaaaan boşver’ diyip devam ediyorsun işte. Sanki kendini bilmiyorsun..
Bilmiyorsun..
Sanki kendini bilmiyorsun..
Beynimin içinde tekrarlamaya devam edecek misin? Yoksa ben  bana müsaade diyip kalkayım mı?.
Ve evet bilmiyorum.
Ne var bunda? Herkes kendini biliyor sanki de bana kalkmış neler söylüyorsun..
----
Bu görmüş olduğunuz konuşmalar benim iç sesim. Böyle konuşuruz biz.
Yerine göre çok iyi anlaşırız, yerine göre de hiç anlaşamayız.
Eğer önceden haber verip sana yarın kahve içmeye geleceğim derse bilin ki bu onun iyi haberler getireceğini bununla birlikte ruhumu okşayacağının göstergesidir.
Ama bana gelip bi ice-tea içelim derse bilin ki yine kavga edeceğiz, beynimi bulandıracak, senaryolar kurdurup, suratımı ekşitecektir.
Bu arada, ice-tea (soğuk çay ) denilen ve milyonların delisi olduğu o içecekten nefret ederim.
Ne istediğini bilmek…
Ben pek ne istediğini bilenlerden olmadım, hala da değilim sanırım.
Hani orta okulda lise-üniversite hayali kurup ben Fen Lisesine gideceğim oradan da Hacettepe Tıp diye hedef koyan o gözlüklü arkadaşlardan hiç olmadım.
Çünkü gözlüğüm yoktu diyip espriyi patlatmak istiyorum. İçimde kalmasın.
Her neyse gözlük falan faso-fiso…
Ben de hayal kurdum. Deli bir hayalperestimdir ayrıca. Üzerime tanımam.
Ama iş ‘uygulamaya’ gelince, ayy çekingenim ben, korkarım ben, daha zaman var ya yapılır tarafında oldum.
Belki de bu yüzden bazı şeyler hep ‘yarım’ kaldı…
Sanki yarına çıkacağımın garantisi varmış gibi…
Hayaller kurdum ama hiç tıp olmadı, hiç fen lisesi olmadı, hiç hukuk olmadı.
Sanatsal oldu hep.
Az önce kendi markamın olmasından bahsettim mesela.
Medya ve ben arasında çok farklı bir bağ var kanımca, yoksa iki lafımdan birinin medyasal bir şey olmasının başka açıklaması yok.
Anlayacağınız hiçbir zaman ben
‘o’ olmadım.
Kendimle meşguldüm, fazlasıyla. Dikkat etmem gereken bir sağlık sorunum vardı, okuyacağım bölüm çok da umurumda değildi açıkcası. Kaldı ki ne istediğimi bile bilmiyordum.
Psikolojiiiiii…
Her genç kız gibi bende haykırdım dağlara taşlara psikolog olacağım diye ama sonra bazı şartlar önüme psikoloji değil de ‘turizm’i çıkarttı…
Ama benim içimde hala çok başka şeyler var. Ve bunu nasıl sizlerle paylaşmak istiyorum bir bilseniz.
Ama, işin büyüsünün kaçacağına inananlardanım.
O yüzden
gerçekleşmesine 1 kala (tabi kii gerçekleştireceğim ne sandınız) sizlerle paylaşacağım.

Biraz fazla maymun iştahlı olduğumdan olsa gerek bu yarım kalan isteklerim.
Onu da yapayım, yok şunu da yapayım, hatta bunu da yapayım derken elimde tamamlanmış bir şey kalmamış…
Olsun…
Ben buyum, bir başkası değil…
İyi ki de değil.
Günün sonunda yatağıma yattığımda düşlediğim hep aynı…
Sağ elimde pamuk şekerim sol elimde kağıt helvam ve ben başımı gökyüzüne kaldırıp
‘teşekkür ederim’
diyorum…
Çünkü dedim ya ben ‘o’ değilim…
ben ‘benim’…
Onlar da beni ‘ben’ olduğum için seviyorlar, ‘o’ olduğum için değil.
Sevgiyle…

2 Haziran 2016 Perşembe

Konu: Lise Arkadaşları

Nerde okumuştum tam olarak hatırlamıyorum ama belleğime kaydettiğim en güzel cümle olduğunu çok net hatırlıyorum.
Lise arkadaşları başkadır, bambaşka.. Hatta lise arkadaşları candır. Zamanı geldiğinde daha iyi anlarsın..
Öyle doğru ki…
Çok şanslıyım, çok çok çok. Ve bunun için hep şükür ediyorum. Öyle güzel arkadaşlıklarım olmuş ki öylesine kuvvetli…
‘Dost’ kelimesini kullanamıyorum artık, bilmiyorum ama artık eskisi gibi samimi gelmiyor bana.
Farklı bir yere koydum dostluğu, kan bağın olmalı belki de dost dediğin kişiyle aranda bilemiyorum, bu benim fikrim.
Bu yüzden dostum yok benim. Çok yakın arkadaşlarım var.
Öylesine saf bir sevgiyle bağlıyım ki onlara (onlar kendilerini çok iyi biliyorlar)
Yıllarca görüşmesek de, aramasak da, sormasak da görüştüğümüzde sıcacık bir sarmalama oluyor aramızda, işte diyorum bu çok çok başka, bunu arasan bulamazsın.
Kaldı ki, benim her halimi zamanında öyle güzel çektiler ki. Şey ben biraz geçinmesi zor bir insandım vakti zamanında (bilemiyorum belki hala da öyleyimdir bazıları için)
Hem Cerensin, hem de fazlasıyla kıskanç ve kaprisli…
Obaaa…!!
Valla ben düşünemedim şuan.
İşte bu kızın büyüme serüveninde yanı başındaydı lise arkadaşları.
En başta Yeşim ve onun aracılığıyla tanıştığım ve şimdi canım da canım dediğim Tuğçe, Özge, Arda, Büşra…
Hep iyi ki , daima iyi ki…
Ve sonsuz teşekkür…
Tek çocuk olduğum için ‘arkadaş’ kavramı bende öyle başka bir yerde ki…
Bakın bunu kelimelerle anlatmam çok zor. Anlatamam.
Hayatta beni çok kıymetli insanlarla karşılaştırdı. Pek tabi arada ‘çürükler’ de çıktı.
Onlar da iyi ki çıktı canım, çok şey öğrendim onlardan da..
Arkadaş kavramı bende çok başka bir yerde olduğu için bunu çevremdeki her arkadaşıma sevgi pıtırcıklığıyla çok fazla gösterim, hem de çok. Ama ne yapayım sevgili Teoman’ın da söylediği gibi tabiatım böyle… (ydi)
Yani şöyle hala içimde o küçük kız arkadaşları için bir şeyler yapıyor ama her zaman değil.
Ya da her arkadaşa değil. Sanırım doğru kelime bu.
Hep yanımda olduğunuz için, o güzel kafalarınızı benim deli deli sorunlarımla yorduğunuz için, yarama merhem olduğunuz için ve en önemlisi hep böyle saf kaldığınız içim
Çok içten teşekkür ederim, çok!
Böyle yazıyorum ama hiç mi aramız kötü olmadı…
Bakın ben AŞIRI kıskanç ve tripli bir insandım. (artık aşırı yok)
Sizce mümkün mü güllük gülistanlık olmamız?.
Kavgalarımız, küsmelerimiz ve evet hep küsen bendim!
Çok fazla oldu, çok çok çok! Ama sonunda ne oldu biliyor musunuz?
Çok tatlı sarmaladık birbirmizi, böyle kabul ettik, birlikte büyüdük…
Belki bu yüzden çok bağlıyım onlara…
Yeşim’in net halleri, insan analizleri, kapıda ki kıyafetler çorapla uyumlu mu bakalım bakışı..
Tuğçe’nin yorgun belki mutsuz olsa bile tüm enerjisiyle heyyo gülüüüm diyip sarıp sarmalaması, seni incetmeden anlattıklarına yorumda bulunması (senin gibisi yok, senin üretim bitmiş ben diyim)
Özge’nin ahh o içtenliği, o tatlı dili, yapcaz Cero yapcaz hadi bakalım diye gaz vermesi…
Kızım hayatımda sen olmasaydın gaz sıkışmasından ölürmüşüm. Sayende iyi gaza geliyorum..
Arda’nın tüm içtenliğiyle yanımızda olması, gülümsemesi, benim gibi başkalarını kırmamak için kendi kırılması (ne kadar da benziyoruz) Bundan sonra kır gitsin Arda, kır anasını satayım!
Büşra’nın ya cidden özür dilerim ama Büş aklıma direk balgam geliyor, daha fazla bir şeyler yazıp bu yazıyı okuyanların midesinin bulanmasını istemiyorum. Sen anladın be! Ruh ikizim benim…
Bilmiyorum sizler, lise dönemlerinizde benim kadar şanslı mıydınız?
Evet, ben çok şanslıydım. Hala da öyle…
Eğer ki lise hayatınızda böyle arkadaşlıklarınız olmadıysa hiçbir şey için geç değil.
Şuan ki arkadaşlıklarınıza (inandığınız) sahip çıkın, sımsıkı sarılın onlara.
Kaybetmeyin onları…
Gitmez dediğiniz an da öyle bir gider ki siz bile şaşırırsınız benden söylemesi.
Kıymet bilin, değer verin
ve en önemlisi ÇOK SEVİN!
Çünkü, hayat yarın söylerim ya demek için bile çok kısa!
Ne duruyorsun, senin için kıymetli olan arkadaşına yazsana!
Öpüyorum, burunlarınızdan.
Çok sevgiyle!

28 Mayıs 2016 Cumartesi

Çünkü; Mucizeler Gerçektir

Heey merhaba bunu okuyan kıymetli kişi..
Şuan öyle bir haldeyim ki, bilemezsin..
Anlatacaklarım, paylaşacaklarım var seninle. Kahvemi yaptım (evet üşenmedim ve kendime sade bir nescafe yaptım, çünkü bir ceren en çok bunu sever!)
Eğer sende hazırsan, sana ilham verecek şahane bir konuya değineceğim.

‘’Bir Ruhun Hikayeleri’’


Bir ruhun en büyük hayaliydi, en başlarda.. Şimdi ise sayfalara karıştı, buram buram kitap kokuyor…
Oooo kitap kokusu mu dediniz, alırım bi dal.
Hatta bi daldan da fazlasını alabilirim.
Her neyse; Şaklabanlığımı bir kenara bırakıp konuya kaldığım yerden devam edeyim zira bugün şaklabanlığımın zirvesini yaşadım, yaşattım! :)
Bunun üzerine öyle çok konuştuk ki Tuğçeyle.. Ne olur, nasıl olur diye.
Ve oldu!
Yaptı oldu.
İnandı oldu.
Vazgeçmedi oldu.
Oldurdu!
Helal Olsun be sana! Cesaretine, kafanın içindeki o dünyaya bir kez daha hayran kaldım!
Şimdi, şuan bu satırları yazarken öyle gururlu, öyle mutluyum ki…
Devamı gelecek, biliyorum.
Bugün, imza gününde her şey öylesine güzeldi ki…
En başta da sen…
Bir hayali elinde tutmak, ona ulaşmak nasıl bir duygu bilemiyorum ama senin duygularına ortak oluyorum, her zaman da olurum biliyorsun.
Ve senin bu yaptığının herkese ilham vermesini istiyorum.
Olmuyor yok bu deli kızda,
İnanmak var sadece…
imkansızı imkanlıya çevirmeyi öyle güzel başarıyor ki…
Tarifi yok bu duygunun, bu hissin…
Ve hep derim;
Eğer bir şeyi tüm kalbinizle isteyip, tüm saflığınızla kovalarsanız o istediğiniz şey er ya da geç olur. Öyle güzel olur ki… Siz bile şaşarsınız vallahi..
Özetle; inanmak azizim inanmak.
İnanmak başarmanın yarısıdır diye boşuna dememişler.
Başarın daim olsun melek, çok seviyorum seni.
Her zaman, yanındayım bunu biliyorsun..
Aksini düşünme bile.. ;)

Veeeeee
Buradan; imza gününde deli deli hareketler yapıp
arkadaşımsınız dinleyeceksiniz tabii diye kafasını şişirdiklerimden özür falan dilemiyorum. Özür dileyeceğimi mi sandınız yoksa?
Valla dinleyeceksiniz banane yani, ohh ne de güzel konuştum, şarkı söyledim, dans ettim…
21 yaşındayım ben 27 değil.. (siz anladınız onu)
En başta Elif ve biricik kardeşi Ece olmak üzere, (Ececim kurabiyeler efsane değil miydi ama iyi ki yedin, iyi ki yedik ohh misler gibi)
Arda’ya (kıvırcığını özlediğini biliyordum, ne de güzel dinledin beni)
Yeşo’ya (felaket tellalım benim, bi terk etmedin ortamı hahahaha )
Öykü’ye (gerçek tepkilerin için müteşekkirim tatlım.)
Eniştem’e (seni dinleyeceğimden şüphen olmasın, aslansın enişte aslan boşuna eniştenin dibi demiyorum ben)
Ve Meleğim’e..
O heyecanın karmaşası içinde yine beni dinleyip akıl vermeyi ihmal etmedin ya ne diyeyim ben sana… Ne güzelsin sen :)

28 Mayıs, 28 Mayıs olalı böyle bir gün görmemiştir!

-İmza günü öncesi yanı başımda olan Ali, sen iyi ki varsın be! İyi ki..
Öyle çok özlemişim ki senin yanında saçma sapan haller yapmayı..
Ve söz bir gün geleceğim! :)
Nasıl seviyorum seni bir bilsen…
(bana orta okul çocuğu dediğini unutmadım, haberin olsun)
-Günün şarkısı Güliz Ayla- Bağdat (çok sevgili Ezgiciğim, ben dünyanın en büyük aşığını aptala çevirdiğin için sana diyecek bir şey bulamıyorum. Anca öpüyorum, gözlerinden!)

Çok sevgiyle, çok umutla kalın.
Ve daima ‘inanın’…
Çünkü; mucize dediğiniz şey gerçekleştirmeniz içindir.
Ve mucizeler daima gerçektir.
Pembe kalpler… :)

26 Mayıs 2016 Perşembe

Sohbet, Muhabbet mi dediniz? Alırım bi dal..

Madem sohbet, muhabbet dedik, çaysız olmaz.
Bence sevgili okurum okumaya başlamadan önce çayını al!
Aldın mı? -Aldın.
Hazırsan az biraz kafanı şişireceğim..
Yahu bu yazmak nasıl bir şeymiş öyle… Yaklaşık 1.5 aydır yazmıyormuşum..
Doğrudur, inanırım. Çünkü yazmak böyle çok çok farklı bir şey benim katımda.
Bazen yazdıkça yazasım geliyor bazende böyle yakın mesafe giriyor aramıza… Olur öyle arada diyor sohbet, muhabbete girişiyorum.
Ben sizinle böyle konuşmayı çok özlemişim vallahi!
En son 5 Nisan’da yazmış birisi olarak o zamandan bu zamana neler neler olduğu şöyle bir özet geçmek istiyorum.
Kısa bir Foça kaçamağım oldu, iyi ki de olmuş… İyi ki de derslere girmeyip, gitmişim Foça’ya!
Bana öyle iyi geldi ki sevgili okurum, anlatamam…
Bilmem belki Foça, belki de orada tanıdığım şahane insanlar…
Neticede ikisi birleşince tadından yenmiyor, insanın canı  oradan ayrılıp buralara gelmek istemiyor. Ve ben Foça’da gezerken hep ayağımı yere bilerek sürttürdüm.
Allah’ım nolur buradan bir evim olsun, nasip et bana diyip durdum. İnşallah o günleri görürüm de sizleri de evime davet ederim. (AMİN)


Foça’nın insana verdiği bir huzur var. İnsan saatlerce bakabilir denize, gökyüzüne…
Yazabilir,kendini bulabilir..
Nitekim benim de başımı önüme alıp düşünmeye ihtiyacım olan bir dönemdi.
Düşündüm, yazdım, eledim, kızdım, ayırdım, vazgeçtim, hırslandım, sevdim…
Kendimi bulup öyle döndüm Foça’dan. Keşke dönmeseydim tabii ama işte.
Her güzel şeyin bir sonu var. Ama içim rahat.. Çünkü dolu dolu 4 gün geçirdim orada..
Foça’dan dönüş sonrası bir final dönemi…
Çalışmalar hatta çalışamamalar falan…
Ve pek tabii gözümde büyüyen 90 günlük canım staj…
Erkenden başladığım şu staj günlerimde dediklerim sırasıyla;
-Ama benim stajım 1 haziran da başlıyordu (14 mayısta çalışmaya başladım.)
-Ama ben tatil yapacaktım..
-O değil de iyi ki gitmişim Foça’ya..
-Uyku sen ne tatlı şeysin..

Hayır anlamadığım neden ‘ama ben tatil yapacaktım yae’ diyorsam.. Görende beni her yaz deli gibi tatil yapan birisi zannedecek.
Hemen o algıyı atın kafanızdan. Bakın benim tatil anlayışım biraz kabaca tarif edeceğim ama malak gibi yatmaktır.
Bundan güzel tatil yoktur benim için.
Şimdi bana koyan da erkenden kalkıp işe gidiyor olmak sanırsam. İşin garip yanı ise benim bu duruma alışmış olup, izin aldığım zamanlarda evde hoflayıp durmam.
Tuhaf, çok tuhaf…


Onun dışında sevgili okur iyiyim çok şükür. Söz verdiğim gibi şükür etmeyi hayatımdan eksik etmiyorum.
Her gün, her şeye şükür ediyorum.
Hayat sen ne güzelsin diyorum…
Yazıyorum, okuyorum…
Ve sana bu satırları kafamda hasır şapkamla yazıyorum.
Tatil özlemi çeken Ceren’den çok sevgiler…
Sizlere iyi tatiller, sınavı olanlara da bol başarılar.
Dualarım sizlerle, tabana kuvvet yaparsınız!..
Ha unutmadan bir şey daha;


Hayalleri uğruna, pes etmeden yola devam edenleri hep çok sevmişimdir. Aynı zamanda saygımda sonsuz onlara…
İşte bunlardan biri benim Meleğim olunca, daha bir gururla, daha bir keyifli oluyorum.
Hayalini gerçekleştirdi.
Yazdı, çizdi arada saçmaladı, olur mu olmaz mı derken….
Bir Ruhun Hikayeleri sayfalara karıştı…
Elimize alıp doyasıya okuyacağımız bir kitap oldu. Hafta sonu imza günü var.
Öyle heyecanlıyım ki… Tuğçe’yi düşünemiyorum..
Çıkın çıkın alın. Gittiğiniz kitapçılardan da ısrarla isteyin..
Hayallerini gerçekleştiren bir kızın öyküsünü okumak bence size de ilham verecek. Bununla da kalmayacak, harekete geçeceksiniz…
Tavsiye benden, gidip alıp okuması sizden…
Ne çok yazmışım daha da yazasım var ama yetsin bu kadar..
Söz arayı bu kadar açmayacağım..
Ha bi de,

Sizi çok seviyorum! Bunu bilin.
Bu satırları okuyan herkes, hepiniz kalbimde öyle ayrı, öyle özel yerlere sahipsiniz ki…
Öyle de kalacaksınız, emin olun.
Pembe kalpler… :)

5 Nisan 2016 Salı

YAŞAMAK VAR YA

Yaşamak var ya yaşamak… Öyle değerli ki..
Ve bizler, öyle kıymetini bilmiyoruz ki.
Öyle bencil, öyle çıkarcı, öyle sevimsiz olmuşuz ki…
Şaşıyorum.
Dün uzun uzun önce denize, sonra gökyüzüne ve daha sonra insanlara baktım.
Denizin eşsiz huzur veren sesiyle bütünleştim önce, sonra oturduğum yere bir güzel yayıldım.
Çayımı yudumladım.
Tam 15 sayfa yazı yazmışım. Ne yazdın o kadar çok diye soracak olursanız, bende bilmiyorum derim sizlere tüm samimiyetimle.
Çünkü, bilmiyorum.
Tek hatırladığım kalbimdeki küçük kıza yazdığım satırlar.
Ben o satırları yazdım, o da denizin üzerinde koştu..
Bana tüm içtenliğiyle gülümsedi..
Yanıma geldi, öptü beni. Yanımdan gitmesin istedim.
Ve fısıldadı kulağıma, istediğin her an ben yanındayım,unutma!
Öyle ihtiyacım varmış ki ona…
Ve öyle çok özlemişim ki onu…
Böyle kıymetli bir ‘an’ yaşadım sizinde anlayacağınız üzere.
Bence siz de arada küçüklüğünüzü çağırın, şevkat gösterin ona, sevin, öpün, koklayın.
Ben bunu yapmakta biraz geç kalmış hissediyorum.
Ona vermem gereken değeri, ilgiyi, sevgiyi öyle gereksizlere verip, onu incittim ki.
Bunu hiç hak etmedi.
Ve şimdi, kendimi ona affettirmek için her şeyi yapacağım.
Hadi siz de bu gece çağırın o küçük çocuğu, konuşun onunla.
Belki bir derdi vardır kim bilir.
Belki dizi kanıyordur ve yarasını iyileştirecek kimseyi bulamamıştır. Siz sarın o yarayı. Ve fısıldayın kulağına, ‘ben hep yanındayım’ diye…
Şu sıra hayatımda öyle güzel şeyler oluyor ki..
Tam da olması gerektiği gibi diyorum.
Ve olmadı diye ağladığım her şeye şimdi iyi ki olmamış diye şükrediyorum.
Hayat böyle.
Yaşamak böyle.
Hayat kıymetli, yaşadığımız ‘an’lar çok daha kıymetli.
Ve kırgın, kızgın, intikam dolu olduğunuz herkesi affedin!
hem hayat kısa, hem de o kişiden öyle çok şey öğrendiniz ki…
Affetmek zor değildir, affetmek sadece kalbinde sade bir oda bağışlamaktır ve affetmek kininize kalbinizde küçük bir oda vermektir.
Bunu da düşünün der, huzurlu geceler dilerim.
Gecenin şarkısı da Athena-Yaşamak var ya
Yazının başlığına en uygun olanından :)
Ve unutmayın; sizin temiz masum dünyanızda kirli insanlara yer yok.
Bu da gecenin sözü olsun mu? Oldu gitti.. 

26 Mart 2016 Cumartesi

Gökteki Yıldızlar

Yıldızlar azizim, yıldızlar öyle oldukları gibiler ki…
Parıl parıl parıldıyorlar, ışık saçıyorlar.
Ve ben onlarla konuştuğum zaman ‘kuş gibi’ hafif olup, kanatlanıyorum.
Özgürlüğüme uçup, tüm sevgimi onlara gönderiyorum.
Bir yerde okumuştum, aynen şöyle yazıyordu;
İnsanlar kötü
Sen en iyisi gökyüzünü sev.
yıldızlar da iyi mesela.
Yıldızlar…
Umut ışığım, diğer yarım, dileklerim, gözyaşım ,hüznüm ,sevincim.
Her bir şeyimi bilen tek sığınağım.
Başımı kaldırıp baktığımda orda görüyorum ya tamam diyorum tamam…
Oradasın.
İçim sıcacık oluyor.
Asla gitmeyecek biliyorum, gitse bile hava şartlarından bile isteye değil.
Geri gelecek biliyorum.
Yıldızları gördüğümde ağzımdan çıkan tek cümle ise hep şu oluyor,
Kahvemi alıp hemen geliyorum, konuşacak çok şey var zira.
Öyle içten, öyle olduğum gibi, öylece benimki yıldızlarla birlikteyken.
O anı seviyorum.
Çok başka seviyorum hemde.
Başımı kaldırıp başlıyorum konuşmaya, her şeyi ama her şeyi anlatıyorum.
Dinliyor bir güzel…
Belki bir çözüm yolu gösteremiyor ama inanın ruhunuzu sıcacık yapıyor.
Ve mutlaka o yıldızlardan bir tanesi seçiyorum.
Ona bakarak anlatıyorum, ona isim koymak istiyorum bazen.
Ama son diyorum ki sen zaten ‘yıldız’ olarak öyle özelsin ki.. Başka bir isme gerek yok.
İşin özü, yıldızlarla konuşmak iyi gelir, siz de deneyin.
Denemesi bedava ve sonunda kötü bir şey olmuyor.
Hele bir de çimlere uzanıp konuşuyorsanız…
O an’ı bozmayın, kalın o an’da doyasıya…
Ve düşünün,
Ya eşsizsek, ya bu koca evren aslında hepimizi eşit derece de seviyorsa
Ya hiçbirimizin hayatı diğerinden daha önemli değilse,
Ya biz bir yıldız oluyorsak?


Günün şarkısı bu aralar çok sık dinlediğim;
Cem Karaca-Ömrüm
(yok böyle bir ömrüm diyiş arkadaşlar,höh dedim) 
Mutlu haftasonları*

13 Mart 2016 Pazar

Kadın Olmak

Ben bu Pazar, kadın olmak sözüne takmış, araştırmalar yapmış bir de üzerine Aykut Oğut- Keşke Kadın Olsam kitabını karıştırmaya başlamışken, karşıma çok sevdiğim Can Dündar’ın bu yazısı çıktı. Ve dedim ki Pazar kafası, kadın kafası olsun! Ben bunu okurlarımla paylaşayım.
İyi okumalar ve huzurlu pazarlar dileyip sizleri bu güzel yazıyla baş başa bırakıyorum.

***
Çocuk gibi davranmayı sever. Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini de ister.
Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak okşamalıdır erkek kadını.
Ama her kadın çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister.
Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz, ama asla onu bir çocuk olarak görmeyeceksiniz.
Bir kadın güçlüdür aslında. Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür. Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez. İster ki erkeğin gücü kendisine huzur versin. Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir
Ancak kadın gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz. Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.
Bir kadın sevgilidir aslında... İçinde her zaman sevgi taşır. Sevdiklerinden kolay kolay ayrılamaz.
Sevdiklerini kolay kolay kıramaz. Zor sever ama tam sever. Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için, yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir.
Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız. Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz
Ancak beyninde yer etmemişseniz her an terk edilebilirsiniz. Sevmediği halde terk etmeyen kadınlarda var elbette. Bunun nedeni ise engelleyemedikleri acımak duygusudur.
Bir kadın yalnızdır aslında. Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz Kendisine ait bir dünyası vardır orda hep yalnızdır. Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz. Yalnızlık onun sığınağıdır. O sığınağa ne zaman gireceğine ne kadar kalacağına kendisi karar verir. Sığınaktayken ordan çıkmaya zorlarsanız onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.
Bir kadın bilgindir aslında. Neler yapabileceğini erkek aklı hayal bile edemez yaratıcılığının sınırı yoktur. Ama bunu ortaya çıkarmak için hayatının erkeğini bekler. Hoyratça harcamaz yaratıcılığını sadece erkeğine saklar. Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız
demektir. Çünkü yaşamınız asla sıradan olmayacaktır.
Bir kadın hayattır aslında. Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanır. Yemek yemek, su içmek bile. Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz?
Anlıyorsanız ne mutlu size
Anlamıyorsanız ne yazık ki yaşamıyorsunuz...
Can DÜNDAR

7 Mart 2016 Pazartesi

Pembe Kalpler


Ceren’in dünyasından bildiriyorum.
Şu sıralar şiddetli sevgi pıtırcıklığı içeriyor, zaman zaman gürleme,böğürme olsa da saf sevgi çoğunlukta.
Söylediklerinden çok yaptıklarına dikkat ediniz.
Zira yazar ‘
pembe kalpler’e takmış vaziyette.
Evet taktım. İçimden böyle sevdiğim, konuştuğum  her insana pembe kalp göndermek geliyor.
Gidip de tanımadığım, konuşmadığım, suratsız insanlara pembe kalpler yollamıyorum ya?
Bir de suratsız diyip geçmeyelim o suratsız arkadaşlar da çok tatlı bir kalbe sahip olabiliyorlar. Önyargı kötü,kaka, pis… Mizac mühim şey azizim… Mizaca göre yargılarsak ohhhoooo…  (Bakınız ben hiç ciddi olamam.Bi insanla ciddi bakışmam 10 saniye olursa öp,başına koy) Neyse konumuz bu değil.
Ne diyorduk?
Heh pembe kalp…
Bunda bir zarar yok bence değil mi sevgili canım okur?
Hatta bence bunda ‘yanlış’ anlaşılacak bir şey de yok.
Hayatımın çok güzel bir yerine işlemiş vaziyette bu ‘pembe kalp’
 o kalbi yollamadığımda böyle bi olmuyor sanki ya.
Cık cık cık cık…
Olmuyor. Bi eksik oluyor, bi benle değil de başka birisiyle konuşuyor karşımda ki gibi hissediyorum.
Hiç ben gibi değil.
Bunu sadece whatsapp uygulamasında değil normalde konuşurken de yapıyorum.
İçimden öyle geliyorsa demek..
Siz de yapın. Güzel şey. Vesselam.
Mesela az önce, telefonum çaldı.  Baktım arkadaşım arıyor, açtım.
Ve ne dedi biliyor musunuz?
Seni ne kadar çok sevdiğimi söylemek için aradım, bunu sakın unutma. Her zaman yanındayım.
Daha ne olsun?!
Ne güzel insanlar varmış meğer hayatımda…
Dedim ki;  patlat bi şarkı koy bir kadeh, içiyoruz yine bu gece
her şeyi boşver çal bu gece içiyoruz yine bu gece! (tabi ki içmekten kastım çay)
Ve şarkının sonunda ne diyor.
Hayat güzel sevince!
Siz de sevin, çok sevin.
İnsanlar pek kıymet bilmez sevgi konusunda, nankördürler. Onu hak eden insanları bulmak bi hayli zordur hayatta. Elbet bulunur ama doğru zaman geldiğinde.
Siz de illa sevecekseniz kitaplarınızı, çantanızı, ayakkabınızı ne bileyim sizin için değerli olan şeyleri sevin.
Hayat sevince çok başka güzel.
Diliyorum sizlerinde hayatlarında benim ‘
pembe kalpler
’ yolladığım gibi insanlar olur.
Yolunuzun böyle insanlarla kesişmesi temennisyle…
Mutlu haftalar diliyoruuum! :)