Şimdiden söyleyeyim yazacaklarımın
çok sevdiğim Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan kitabıyla uzaktan-yakından
alakası yoktur. Sadece, kitabın isminden esinlenerek ‘cerensel’ bir şeyler yazmak
istedim. Kaldı ki, kitabı hala okuma serüveni içerisindeyim. (evet hala ama
bitmek üzere cidden) Belki içerisinden birkaç altını çizdiğim sözü sizlerle
paylaşabilirim. Ama sizlere şunu tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki, mutlaka
ama mutlaka okuyun! Öylesine güzel gidiyor ki… Şuan yazmayı bırakıp, okumaya
devam edesim geldi.
Her neyse;
Her birimizin içinde bir şeytan olduğunu düşünüyorum hani bu ‘kötü kişi’ olarak değil.
Ama sen öyle görüyorsan öyle de diyebilirsin. Tamamen senin tercihin. Bu seni yapmak istediğin bir şeyden alıkoyan bir ‘şeytan’ ya da bu seni durduk yere (ikizler burcu misali) mutsuz eden bir ‘şeytan’ da olabilir.
Sen ne diyorsan ‘o’ ama ‘negatif’ bir şey sonuç olarak.
Bende bu ara içimdeki şeytanla verdim el ele dedim sen mi inat, ben mi? Hadi bakalım…
İçimdeki şeytan…
Hayatımı öyle ele geçirmiş ki…
Öylesine yükleniyor ki bana, her şeyin sebebi ‘ben’…
Hayır sonunda vay be diyorum, ben neymişim de haberim yokmuş.
Böyle içimi fık fık eden bir ton şeyle gereksiz yere baş ediyorum, neden mi? Valla onu bende bilmiyorum, hatta bilmiyordum.
Suçu dönüp dolaşıp yine kendime atıyordum…
Madem ortada bir suçlu olacak, o kişi neden bendim ki? Ben bendim işte.
İyisiyle, kötüsüyle, şapşallığıyla, neşesiyle, dil çıkartmasıyla... Beni sevenler böyle seviyorlardı.
Haaa belki de sevmiyorlardı da ‘seviyormuş’ gibi yapıyorlardı canlarım.
Ne gerek var böyle şeylere, hem inanın;
Ben de sizi ‘muş’ gibi…
Ve ben de suçu ‘İçimdeki şeytana’ attım.
Benim içimi kemiren de, yapmak istediklerimden alıkoyan da, beni gereksiz yere üzüp mutsuz eden de (ikizler burcu olmamın bununla hiçbir alakası olabilemez çünkü) oydu işte, içimdeki şeytan…
‘’Asıl sebep ve illetlere (neden ) varabilseniz göreceksiniz ki en zayıf tarafımız dışımızdadır. Gözümüzü kör eden yedi renktir, kulağımızı sağır eden sesler, ağzımızı paslandıran yediklerimiz, kalbimizi önce coşturup sonra durduran sonsuz koşmalarımızdır. Yüksek insan dışına değil, içine kıymet verendir.’’
Boşverdim bende, herkesi, her şeyi…
Ahmet’in dediklerini, Ayşe’nin sinsi hallerini, Hasan’ın beni sevmemesini, Fatma’nın üzerime giydiğim kıyafeti beğenmemesini…
Bu hayat benimdi sonuçta.
Kimse kimseyi sevmek zorunda değildi. (bu her ne kadar yeni öğrenmiş olsamda)
Ama herkes birbirine ‘saygı’ duymak zorundaydı. En hassas olduğum noktadır.
Saygının bittiği yer de hiçbir şeyi gözüm görmez, çok çok sevip değer versem bile.
Bu önemli bir husus vesselam.
Neyse,
İçimdeki şeytanı tuttum attım.. Öyle kökten değil, o mümkün değil…
Beni benden alan kısmını en derin yerlere yolladığımı bilin.
Ve sizde atın o şeytanı.
İnanın, bazen içimden tanımadığım bir teyzeye selam vermek geçiyor ama o içimdeki şeytan beni öyle şeylerle meşgul ediyor ki, teyzeye mimleniyorum sanki, daha tanımadan…
Benim şeytan baya büyük boydu anlayacağınız…
Onu attıktan sonra ‘hafifliyeceğinizin’ garantisini veriyorum.
Veriyooorummm..
Eveeeet veriyoruuuuumm…
Verdim, gitti!..
Ooo hafiflemek mi alırım bi dal.
Bu kadar yazdım, çizdim falan filan….
Sonuç mu?..
kitapta da dediği gibi…
‘’Gülün, sevinin hayat kadar tatlı şey var mı?.’’
Her neyse;
Her birimizin içinde bir şeytan olduğunu düşünüyorum hani bu ‘kötü kişi’ olarak değil.
Ama sen öyle görüyorsan öyle de diyebilirsin. Tamamen senin tercihin. Bu seni yapmak istediğin bir şeyden alıkoyan bir ‘şeytan’ ya da bu seni durduk yere (ikizler burcu misali) mutsuz eden bir ‘şeytan’ da olabilir.
Sen ne diyorsan ‘o’ ama ‘negatif’ bir şey sonuç olarak.
Bende bu ara içimdeki şeytanla verdim el ele dedim sen mi inat, ben mi? Hadi bakalım…
İçimdeki şeytan…
Hayatımı öyle ele geçirmiş ki…
Öylesine yükleniyor ki bana, her şeyin sebebi ‘ben’…
Hayır sonunda vay be diyorum, ben neymişim de haberim yokmuş.
Böyle içimi fık fık eden bir ton şeyle gereksiz yere baş ediyorum, neden mi? Valla onu bende bilmiyorum, hatta bilmiyordum.
Suçu dönüp dolaşıp yine kendime atıyordum…
Madem ortada bir suçlu olacak, o kişi neden bendim ki? Ben bendim işte.
İyisiyle, kötüsüyle, şapşallığıyla, neşesiyle, dil çıkartmasıyla... Beni sevenler böyle seviyorlardı.
Haaa belki de sevmiyorlardı da ‘seviyormuş’ gibi yapıyorlardı canlarım.
Ne gerek var böyle şeylere, hem inanın;
Ben de sizi ‘muş’ gibi…
Ve ben de suçu ‘İçimdeki şeytana’ attım.
Benim içimi kemiren de, yapmak istediklerimden alıkoyan da, beni gereksiz yere üzüp mutsuz eden de (ikizler burcu olmamın bununla hiçbir alakası olabilemez çünkü) oydu işte, içimdeki şeytan…
‘’Asıl sebep ve illetlere (neden ) varabilseniz göreceksiniz ki en zayıf tarafımız dışımızdadır. Gözümüzü kör eden yedi renktir, kulağımızı sağır eden sesler, ağzımızı paslandıran yediklerimiz, kalbimizi önce coşturup sonra durduran sonsuz koşmalarımızdır. Yüksek insan dışına değil, içine kıymet verendir.’’
Boşverdim bende, herkesi, her şeyi…
Ahmet’in dediklerini, Ayşe’nin sinsi hallerini, Hasan’ın beni sevmemesini, Fatma’nın üzerime giydiğim kıyafeti beğenmemesini…
Bu hayat benimdi sonuçta.
Kimse kimseyi sevmek zorunda değildi. (bu her ne kadar yeni öğrenmiş olsamda)
Ama herkes birbirine ‘saygı’ duymak zorundaydı. En hassas olduğum noktadır.
Saygının bittiği yer de hiçbir şeyi gözüm görmez, çok çok sevip değer versem bile.
Bu önemli bir husus vesselam.
Neyse,
İçimdeki şeytanı tuttum attım.. Öyle kökten değil, o mümkün değil…
Beni benden alan kısmını en derin yerlere yolladığımı bilin.
Ve sizde atın o şeytanı.
İnanın, bazen içimden tanımadığım bir teyzeye selam vermek geçiyor ama o içimdeki şeytan beni öyle şeylerle meşgul ediyor ki, teyzeye mimleniyorum sanki, daha tanımadan…
Benim şeytan baya büyük boydu anlayacağınız…
Onu attıktan sonra ‘hafifliyeceğinizin’ garantisini veriyorum.
Veriyooorummm..
Eveeeet veriyoruuuuumm…
Verdim, gitti!..
Ooo hafiflemek mi alırım bi dal.
Bu kadar yazdım, çizdim falan filan….
Sonuç mu?..
kitapta da dediği gibi…
‘’Gülün, sevinin hayat kadar tatlı şey var mı?.’’
'Cerensel bi kaç şey'
·
‘İçimizdeki Şeytan’ kitabını ne kadar çok istediğimi
söylediğimde gidip bana o kitabı alan arkadaşa da en içten selamlar,
teşekkürler, pembe kalpler…
·
Biliyorum, hiçbirimiz dört dörtlük
değiliz, mükemmel olamayız. Beş parmağın beşi bile bir değilken, nasıl her
şeyin mükemmel olmasını bekleriz ki.. Bakın, ben demiyorum ki ben şahaneyim!
Asla… Öyle çoktur ki hatalarım, öyle çoktur ki değer verilmeyi hak etmeyen
insanlara en üst seviyede değer vermelerim… Bayılırım tecrübelere, kızmam asla.
Ve bayılırım hata yapmaya! Sizde hata yapın! Ama gözünüzü seveyim eğer bir hata
varsa ortada yüz yüze konuşup halledin, triple değil. Bu da cerensel bir tavsiye,
bir tecrübe yazısı olsun!
·
Bu yazıyı okuduktan sonra her
birinizin yorumlarını bekliyorum. (özellikle her yazımdan sonra, düşüncelerini
eksik etmeyenler, siz kendinizi biliyorsunuz.) ve pek tabii farkındayım çok
uçuk kaçık ordan buradan ayy birazda şuradan olsun dediğim bir yazı oldu… tam
cerensel işte… :)
Ve her
birinize tatlı bayramlar diliyorum…!! (ben yine çılgınlar gibi tatlı yiyeceğim
önüme gelen hiçbir tabağı geri çevirmeyeceğim. Misler gibi.. :) )
Ve kapanışı çok sevdiğim ‘Can Yücel’ şiiriyle yapıyorum. Lütfen, orada verilen ince mesajları anlayarak okuyun..
Sevgiyle kalın…
Herşey Sende Gizli
Yerin
seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin…
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin…